|
|
 |
|
Peygamberlerin Kıssaları-1 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ÂDEM ALEYHİSSELÂM
Yeryüzünde yaratılan ilk insan ve ilk peygamber, bütün insanların babası. Allahü teâlânın emri ile melekler çeşitli memleketlerden topraklar getirdiler. Çeşitli memleketlerden getirilen toprakları melekler su ile çamur yapıp insan şekline koydular. Bu şekilde Mekke ile Tâif arasında kırk yıl yatıp "salsâl" oldu yâni pişmiş gibi kurudu. Önce Muhammed aleyhisselâmın nûru alnına kondu. Sonra Muharremin onuncu Cumâ günü rûh verildi. Her şeyin ismi ve faydası kendisine bildirildi. Boyu ve yaşı kesin olarak bildirilmedi. Allahü teâlânın emri ile bütün melekler Âdem aleyhisselâma karşı secde ettiler. Uzun zaman meleklerin hocalığını yapmış olan İblis, kibirlenip bu emre karşı geldi ve Âdem aleyhisselâma karşı secde etmedi. "O çamurdan yaratıldı, ben ise ateşten yaratıldım. Ondan üstünüm. " iddiâsında bulundu. İblis (şeytan) kendini üstün görüp, kibirlenerek Allahü teâlânın emrine uymayınca gadab-ı ilâhiyyeye uğradı ve Cennet'ten kovuldu. Âdem aleyhisselâm kırk yaşındayken Firdevs adındaki Cennet'e götürüldü. Cennet'te bulunduğu sırada veya daha önce Mekke dışında uyurken sol kaburga kemiğinden hazret-i Havvâ yaratıldı. Allahü teâlâ onları birbirine nikâh etti. Cennet'te yerleşmelerini ve Cennet'in meyvelerinden dilediklerini yemelerini bildirdi. Fakat, Cennet'te bulunan bir ağaç için, "Bu ağaca yaklaşmayın, bu ağaçtan yemeyin. " buyurdu. Âdem aleyhisselâm ve Havvâ vâlidemiz, Cennet'te bin yıl kadar yaşayıp, İblisin yalan yeminine inanarak yasak edilen ağacın meyvesinden unutarak önce hazret-i Havvâ, sonra Âdem aleyhisselâm yedikleri için Cennet'ten çıkarıldılar. Âdem aleyhisselâm Hindistan'da Seylan (Serendib) Adasına, Havvâ ise Cidde'ye indirildi. Birbirlerinden ikiyüz sene müddetle ayrı kalan Âdem aleyhisselâm ve hazret-i Havvâ bu müddet içinde ağlayıp yalvardıktan sonra tövbe ve duâları kabûl oldu. Hacca gelmeleri emrolundu.
Arafât Ovasında hazret-i Havvâ ile buluştu. Kâbe'yi inşâ etti. Her sene hac yaptı. Arafât Meydanında veya başka meydanda kıyâmete kadar gelecek çocukları belinden zerreler hâlinde çıkarıldı. "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye soruldu. Hepsi; "Belâ=Evet!" dediler. Sonra hepsi zerreler hâline gelip beline girdiler. Buna "Ahd-ü-Misâk" ve "Kâlû Belâ" denildi. Âdem aleyhisselâm ve hazret-i Havvâ daha sonra şam'a geldiler. Burada yirmi defâ ikiz evlâdı oldu. Bir defâ da yalnız Şît aleyhisselâm oldu. Neslinden kırkbin kişiyi gördü. Oğullarına ve torunlarına peygamber olarak gönderildi. Cebrâil aleyhisselâm kendisine oniki defâ geldi. Kendisine on suhuf (forma) kitap verildi. Bu kitapta; îmân edilecek hususlar, çeşitli diller ve lügatler, her gün bir vakit namaz kılmak, gusül boy abdesti almak, oruç tutmak, leş, kan, domuz eti yememek, tıb, ilaçlar, hesab, geometri gibi şeyler bildirildi. Ayrıca fizik, kimya, tıb, eczâcılık, matematik bigileri öğretildi. İbrânî, Süryânî ve Arab dillerinde kerpiç üstüne çok yazı yazıldı.
İlk insanlar, bazı târihçilerin zannettiği gibi ilimsiz, fensiz, görgüsüz, çıplak ve vahşî kimseler değildi. Bugün Asya, Afrika çöllerinde ve Amerika ormanlarında tunç devrindekilere benziyen vahşîler yaşadığı gibi, ilk insanlarda da bilgisiz basit yaşayanlar vardı. Bundan dolayı ne bugünkü, ne de ilk insanların hepsi için vahşîdir denilemez. Hazret-i Âdem ve ona inananlar şehirlerde yaşarlardı. Okuma-yazma bilirlerdi. Demircilik, dokumacılık, çiftçilik, ekmek yapmak gibi san'atları vardı. Altın üzerine para dahi basılmış, mâden ocakları işletilip, çeşitli aletler yapılmıştı.
Âdem aleyhisselâmın hiç sakalı yoktu. İlk sakalı çıkan şit aleyhisselâmdır. Hazret-i Âdem çok güzeldi. Siyah saçlı ve buğday tenliydi. Onbir gün hasta yatıp, bir Cumâ günü vefât etti. Âdem aleyhisselâm vefât edince, Cebraîl aleyhisselâm bir gömlek giydirdi. , şit aleyhisselâma yıkamayı öğretti. Yıkayıp kefenlediler. Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "Âdem aleyhisselâm vefât edince, melekler üç defâ su ile yıkadılar. Onu defnettiler. " Sonra çocuklarına dönerek; "Ey âdemoğulları! Ölülerinize böyle yapınız dediler. " şit aleyhisselâm imâm olup cenâze namazını kıldırdı. Âdem aleyhisselâmın kabri; Kudüs'te, Minâ'da, Mescid-i Hîf'te veyâ Arafât'tadır. Hayatını bildiren rivâyetler birbirinden farklıdır.
Hazret-i Âdem, Allah'a ilk hamd ve ilk tövbe edendir. Seçilmişlerin ilki, yeryüzünde Allahü teâlânın ilk halîfesidir. Birçok mûcizeleri vardır. Bunlardan birkaçı şöyledir:
Yırtıcı, vahşi hayvanlarla konuşurdu.
Susuz dağ ve taşlara elini vurunca, pınarlar fışkırır, temiz sular akardı.
Eline aldığı ufak taşlar, yüksek sesle Allahü teâlâyı zikrederdi.
Âdem aleyhisselâmın yaratılması, Cennet'te kalması, Cennet'ten çıkarılarak yeryüzüne indirilmesi, Kur'ân-ı kerîmde çeşitli âyet-i kerîmelerde bildirilmiştir.
***
DÂVÛD ALEYHİSSELÂM
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hem peygamber, hem sultân yâni hükümdârdı. Soy bakımından Yâkûb aleyhisselâmın Yehûda adlı oğluna dayanır. Süleymân aleyhisselâmın babsıdır. Kudüs'te doğdu. Orada yaşadı ve orada vefât etti. Kendisine İbrâni dilinde Zebûr kitâbı verildi. Sesi çok güzel ve tesirliydi. İsmi Kur'ân-ı kerim'de on altı yerde geçmektedir. Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâmdan sonra, İsrâiloğullarına birçok peygamberler gönderdi. Bu peygamberler insanları Tevrât'ın hükümleriyle amel etmeye dâvet ettiler. Fakat zaman geçtikçe azgınlaşan İsrâiloğulları, Tevrât'ın hükümlerini değiştirdiler, peygamberlerini dinlemediler, ahkâkları tamâmen bozuldu. Allahü teâlâ Amâlika kavmi hükümdârı Câlût'u karşılarına belâ gönderdi. Câlût, İsrâiloğullarını vatanlarından sürüp çıkardı. Daha sonra, Tâlût isimli bir hükümdâr gelerek memleket işlerini ve orduyu düzene koydu. Câlût'un üzerine yürüdü. Tâlût'un ordusunda bulunan Dâvûd aleyhisselâm, Câlût'u öldürdü. Tâlût'un ölümünden sonra, Dâvûd aleyhisselâm İsrâiloğullarının hükümdârı oldu. Bir müddet sonra Allahü teâlâ kendisine peygamberlik vazifesi ve Zebûr adlı kitabı verdi. İnsanları Allahü teâlânın dinine dâvet etti ve adâletle hükmetti. Filistin, Sûriye ve Arap Yarımadasının birkısmını fethederek memleketi genişletti. Kudüs'ü başkent yaptı. Ayrıca Amman, Haleb, Nusaybin ve Ermenistan'ı da fethetti. Mescid-i Aksâ adıyla Kur'ân-ı kerimde bildirilen büyük bir mescidin inşâsını başlattı. Mescidin yapılıp bitirilmesi işini oğlu Süleymân aleyhisselâma vasiyet ederek, yüz yaşında vefât etti. Kabrinin Kudüs sûru dışında olduğu rivâyet edilir. Dâvûd aleyhisselâmın çok güzel ve tesirli sesi vardı. Kendisine İbrâni dilinde Zebûr kitabı geldi. Bu kitap, manzum şekilde olup, eski manzum kitapların en meşhurudur. Zebûr, meşhur dört ilâhi kitapdan biri olup, Tevrât'tan sonra gönderilmiştir. Vâz ve nasihat şeklinde olup, Tevrât'ı kuvvetlendirdi. Onu açıklayıp onunla amel etmeye çağırdığından, Tevrât'ın hükümlerini yürürlükten kaldırmadı. Dâvûd aleyhisselâm, hazret-i Mûsâ'nın getirdiği dini kuvvetlendirdiğinden resûl olmayıp, Beni İsrâil'e gönderilen nebilerden biridir. Dâvûd aleyhisselâm çok ağlar, çok ibâdet ederdi. Gündüzü oruçla, geceyi namaz kılarak ibâdetle geçirirdi. Gecenin ancak üçte bir kısmında uyurdu. Bir gün oruç tutar, öbür gün tutmazdı. Allahü teâlâ mûcize olarak dağları, taşları, kuşları onun emrine vermişti. Yanık sesiyle Zebûr'u okumaya başlayınca, kuşlar havadan ağaçlara iner, hep birlikte, okunan Zebûr'u tekrar ederlerdi. Allahü teâlâ Dâvûd aleyhisselâma demiri ateşe sokmadan ve dövmeden istediği şekli verebilme mûcizesi verebilmişti. Demirden zırh yapar, elinin emeğiyle geçinir, devlet hazinesinden birşey almazdı. Yırtıcı hayvanlar, hazret-i Dâvûd'un huzûruna gelip, ona tam bir bağlılıkla hizmet ederlerdi. Kur'ân-ı kerimde Bakara, Nisâ, Mâide, En'âm, İsrâ, Enbiyâ ve Sâd sûrelerinin birçok âyet-i kerimelerinde Dâvûd aleyhisselâmdan bahsedilmektedir.
Dâvûd Aleyhisselâm İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hem peygamber, hem sultân yâni hükümdârdı. Soy bakımından Yâkûb aleyhisselâmın Yehûda adlı oğluna dayanır. Süleymân aleyhisselâmın babsıdır. Kudüs'te doğdu. Orada yaşadı ve orada vefât etti. Kendisine İbrâni dilinde Zebûr kitâbı verildi. Sesi çok güzel ve tesirliydi. İsmi Kur'ân-ı kerim'de on altı yerde geçmektedir. Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâmdan sonra, İsrâiloğullarına birçok peygamberler gönderdi. Bu peygamberler insanları Tevrât'ın hükümleriyle amel etmeye dâvet ettiler. Fakat zaman geçtikçe azgınlaşan İsrâiloğulları, Tevrât'ın hükümlerini değiştirdiler, peygamberlerini dinlemediler, ahkâkları tamâmen bozuldu. Allahü teâlâ Amâlika kavmi hükümdârı Câlût'u karşılarına belâ gönderdi. Câlût, İsrâiloğullarını vatanlarından sürüp çıkardı. Daha sonra, Tâlût isimli bir hükümdâr gelerek memleket işlerini ve orduyu düzene koydu. Câlût'un üzerine yürüdü. Tâlût'un ordusunda bulunan Dâvûd aleyhisselâm, Câlût'u öldürdü. Tâlût'un ölümünden sonra, Dâvûd aleyhisselâm İsrâiloğullarının hükümdârı oldu. Bir müddet sonra Allahü teâlâ kendisine peygamberlik vazifesi ve Zebûr adlı kitabı verdi. İnsanları Allahü teâlânın dinine dâvet etti ve adâletle hükmetti. Filistin, Sûriye ve Arap Yarımadasının birkısmını fethederek memleketi genişletti. Kudüs'ü başkent yaptı. Ayrıca Amman, Haleb, Nusaybin ve Ermenistan'ı da fethetti. Mescid-i Aksâ adıyla Kur'ân-ı kerimde bildirilen büyük bir mescidin inşâsını başlattı. Mescidin yapılıp bitirilmesi işini oğlu Süleymân aleyhisselâma vasiyet ederek, yüz yaşında vefât etti. Kabrinin Kudüs sûru dışında olduğu rivâyet edilir. Dâvûd aleyhisselâmın çok güzel ve tesirli sesi vardı. Kendisine İbrâni dilinde Zebûr kitabı geldi. Bu kitap, manzum şekilde olup, eski manzum kitapların en meşhurudur. Zebûr, meşhur dört ilâhi kitapdan biri olup, Tevrât'tan sonra gönderilmiştir. Vâz ve nasihat şeklinde olup, Tevrât'ı kuvvetlendirdi. Onu açıklayıp onunla amel etmeye çağırdığından, Tevrât'ın hükümlerini yürürlükten kaldırmadı. Dâvûd aleyhisselâm, hazret-i Mûsâ'nın getirdiği dini kuvvetlendirdiğinden resûl olmayıp, Beni İsrâil'e gönderilen nebilerden biridir. Dâvûd aleyhisselâm çok ağlar, çok ibâdet ederdi. Gündüzü oruçla, geceyi namaz kılarak ibâdetle geçirirdi. Gecenin ancak üçte bir kısmında uyurdu. Bir gün oruç tutar, öbür gün tutmazdı. Allahü teâlâ mûcize olarak dağları, taşları, kuşları onun emrine vermişti. Yanık sesiyle Zebûr'u okumaya başlayınca, kuşlar havadan ağaçlara iner, hep birlikte, okunan Zebûr'u tekrar ederlerdi. Allahü teâlâ Dâvûd aleyhisselâma demiri ateşe sokmadan ve dövmeden istediği şekli verebilme mûcizesi verebilmişti. Demirden zırh yapar, elinin emeğiyle geçinir, devlet hazinesinden birşey almazdı. Yırtıcı hayvanlar, hazret-i Dâvûd'un huzûruna gelip, ona tam bir bağlılıkla hizmet ederlerdi. Kur'ân-ı kerimde Bakara, Nisâ, Mâide, En'âm, İsrâ, Enbiyâ ve Sâd sûrelerinin birçok âyet-i kerimelerinde Dâvûd aleyhisselâmdan bahsedilmektedir.
***
ELYESA ALEYHİSSELÂM
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. İlyâs aleyhisselâmdan sonra gönderilmiştir. Her ikisi de Mûsâ aleyhisselâmın dinini yaymakla vazifelendirilmiş nebi idiler. İlyâs aleyhisselâm, İsrâiloğullarını Allahü teâlâya imâna ve ibâdete çağırdı. Onu dinlemediler, hattâ memleketlerinden kovdular. Ba'l adındaki puta tapmaya ısrarla devâm ettiler. Bu isyânları ve azgınlıkları sebebiyle, Allahü teâlâ onlar üzerine belâ ve musibet gönderdi. Çeşitli sıkıntılarla cezâlandırıldılar. Memleketlerinden bereket kaldırıldı. Yağmur yağmaz oldu, kıtlık başgösterdi ve mahsûl alamadılar. Yiyecek bulamaz oldular. Açlıktan leş yemeye başladılar. Sonunda İlyâs aleyhisselâmı bulup, nasihatını dinlediler. İmân ettikleri için, üzerlerinde belâlar ve musibetler kaldırıldı. Bir müddet sonra, tekrar dinden dönüp puta tapmaya ve çeşitli günahları işlemeye başladılar. Küfürde ısrâr edip, imân etmeye bir türlü yanaşmadılar. İlyâs aleyhisselâm, Allahü teâlânın izniyle Ba'ıbek'te yaşayan bu kabile arasından ayrılıp gitti. Başka beldelerde yaşayanları, Allahü teâlâya imân ve ibâdet etmeye dâvet etti. Bu dâvetleri sırasında uğradığı bir belde halkı tarafından çok sevilip, orada kalması istendi. Bunun üzerine bir müddet kaldı. Bu sırada ihtiyar bir kadının evinde misâfir olmuştu. bu kadın Elyesa aleyhisselâmın annesiydi. Elyesa aleyhisselâm, o sırada genç olup hastaydı. Annesi, İlyâs aleyhisselâmdan, oğlunun sıhhate kavuşması için duâ istedi. İlyâs aleyhisselâm da duâ etti. Elyesa aleyhisselâm hastalıktan kurtulup sıhhate kavuştu. Bundan sonra İlyâs aleyhisselâmın yanından hiç ayrılmadı. Ondan Tevrât-ı şerifi öğrendi. İlyâs aleyhisselâmdan sonra Elyesa aleyhisselâm, Allahü teâlâ tarafından peygamber olarak görevlendirildi.
Elyesa aleyhisselâm, İsrâiloğullarının ıslâhı için uğraştı, tebliğ vazifesi yaptı. Azgınlık ve taşkınlıklarını günden güne arttıran bu kavim, Allahü teâlânın kendilerine gönderdiği kitâbın gösterdiği yoldan ayrıldı. Kabileler, devletin başına geçmek yarışına girdi. Aralarındaki ayrılık ve başka memleket meseleleri yüzünden birbirilerine düştüler. İsrâiloğulları arasındaki fitnenin kavga ve çekişmelerin sonu gelmez oldu. Nihâyet Allahü teâla üzerlerine Asûr devletini musallat kıldı. Esir olup zelil ve perişan bir hayat sürmeye başladılar. Bu hâdiselerin vukû bulduğu sıralarda, Yûnus aleyhisselâm, Asûrluların başşehrş olan Ninova'da dünyâya gelmişti
Elyesa aleyhisselâmdan Kur'ân-ı kerimde bahsedilmiş olup meâlen; "(Yâ Muhammed!) İsmâil'i, Elyesa'ı, Zülkifl'i de hâtırla. (Kavmine anlat) Bunlar hayırlılardan idiler. " (Enbiyâ sûresi: 85) buyrulmaktadır.
MÛCİZELERİ:
1-Eriha şehri ahâlisinin içme suları acılaşmıştı. Bu durumu Elyesa aleyhisselâma bildirip, kendilerine yardımcı olmasını istemişlerdi. Bunun üzerine. Elyesa aleyhisselâm acılaşan suyun içine bir parça tuz atıp, "Tatlı ol!" deyince, Allahü teâlânın üzniyle su tatlı ve lezzetli olmuştur. 2-Borçlu ve dul bir kadın, Elyesa aleyhisselâma gelip, fakirliğinden şikâyetçi olmuştu. "Evinde neyin var?" deyince, kadın; "Bir kaşık kadar yağım var. " dedi. Elyesa aleyhisselâm, kadına; "Git, o yağı bir kab içine koy. " buyurdu. Kadında gidip yağı bir kabın içine koydu. Elyesa aleyhisselâmın mûcizesiyle o yağ o kadar arttı ki, pekçok kap yağ ile doldu. Fakir kadın bundan borçlarını ödediği gibi, zengin de oldu.
İsrâiloğulları, Elyesa aleyhisselâma bazân uyup, bildirdiği emirleri yerine getirdiler. Bâzan da muhâlefet ettiler. Elyesa aleyhisselâm vefâtına yakın Zülkifl aleyhisselâmı yanına çağırıp, kendinden sonra onu yerine halife tâyin etti.
***
EYYÛB ALEYHİSSELÂM
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hazret-i İshâk'ın oğlu Iys'ın neslindendir. Kendisine yedi kişi îmân etti. Yüzkırk sene yaşadı. Sabrı ile insanlık tarihinde darbımeselle anılan Eyyûb aleyhisselâm, Kur'ân-ı kerîmde zikredilmiştir.
Eyyûb aleyhisselâmın çok mal ve serveti ile oğlu vardı. Sürü sürü hayvanları, bağları ve bahçeleri bulunuyordu. Şam civarında Beseniyye mevkiindeki çiftliklerinde binlerce insan çalışırdı. Fakat servetinin çokluğu onu Allah yolundan alıkoymadı. Eyyûb aleyhisselâm Şam civarında yaşayan insanlara peygamber olarak gönderildi. Onları Allahü teâlâya îmân ve ibadet etmeye çağırdı. Bu uğurda pek çok zahmet çekti. Sonra malı, evladı ve bedeni ile imtihan edildi. Eyyûb aleyhisselâm çok büyük sıkıntılara göğüs gerdi. Sabrı, kullukta kusur etmeyip şikâyette bulunmayışı ve başka güzel vasıfları ile ibadet ehline ve akıl sahiplerine örnek oldu.
Allahü teâlâ hazret-i Eyyûb'u imtihan etmeyi murâd etti. Onun malarını çeşitli vesilelerle elinden aldı. Koyunları sel, ekinleri ise rüzgar ile telef oldu. Şeytan çoban suretinde ağlayarak Eyyûb aleyhisselâmın yanına geldi. O sırada insanlara vaaz nasihatte bulunan Eyyûb aleyhisselâma mallarının ve servetinin telef olduğunu söyledi. Hezret-i Eyyûb bu heber kerşısında hiç şikayette bulunmayarak Allahü teâlâya hamd ve şükürde bulundu ve "Üzülme! O malı mülkü bana Rabbim vermişti. Şimdi de aldı. Çünkü sahibi O'dur. " dedi. Bu sözleri ve hareketi karşısında şeytan perişan olup, geri gitti.
Sonra Allahü teâlâ Eyyûb aleyhisselâmın, hocaları ile ders okuyan çocuklarının da zelzeleyle ruhlarını aldı. Bu defa hoca şekline giren şeytan feryâd ve figân ederek Eyyûb aleyhisselâmın yanına geldi;"Ey Eyyûb!Allahü teâlâ evini zelzele ile yıktı. Çocukların öldü. Her biri parça parça oldular. " dedi. Çocuklarına olan şefkatından dolayı gözlerinden yaşlar gelen Eyyûb aleyhisselâm sabır ve tevekkül ederek, Allahü teâlâya teslimiyetini bildirdi. Şeytana da: "Ey mel'ûn!Sen İblissin. Beni Rabbime isyana teşvik etmek istiyorsun. Şunu bil ki, evladım bir emanet idi. Rabbime niçin inciniyim. Rabbime hamd ederim. " buyurdu. Bundan sonra Allahü teâlâ Eyyûb aleyhisselâmın vücuduna hastalık verdi. Hazret-i Eyyûb'un hastalığı gün geçtikçe şiddetlendi. Akrabaları, komşuları ve başkaları yanına uğramaz oldu. Yalnız hanımı Rahîme Hatûn onu terk etmedi. Ona hizmetine devam edip, ihtiyaç için neyi varsa sarf etti. Hazret-i Eyyûb bu halinde de şikâyet ve feryâdda bulunmayıp, hamd etti ve sabır gösterdi. Bu defa şeytan Eyyûb aleyhisselâmın bulunduğu şehir halkına vesvese vererek;" Onun hastalığı size geçer, onu şehrinizden çıkarın. " dedi. Şehir halkı Eyyûb aleyhisselâmı ve hanımı Rahîme'yi şehirden dışarı çıkardılar. Rahîme Hâtun şehrin dışında bir yerde hazret-i Eyyûb'a hizmete devam etti. Hazret-i Eyyûb, yedi yıl dert ve bela içinde kaldı. Hâlinden hiç şikâyet etmedi. Şeytan, bu defa insan suretinde Rahîme Hâtunun karşısına çıkıp onu Eyyûb aleyhisselâmın hizmetinden alıkoymaya çalıştı. Ona;" Kendine yazık ediyorsun. Hastalığı sana geçer. " dedi. Rahîme Hâtun ise, şeytana;" Onun üzerimdeki hakkı çoktur, ödeyemem. Nîmet ve rahat vaktinde onunla yaşadım. Bu hastalık hâlinde onu bırakamam. " dedi. Dönüşte, onları hazret-i Eyyûb'a anlattı. Eyyûb aleyhisselâm da onun iblîs yani şeytan olduğunu ve onun vesvesesinden sakınmasını söyledi. Şeytan daha sonra da Rahîme Hâtunun karşısına çıkarak, vesvese vermeye çalıştıysa da aldırış etmedi.
Hazret-i Eyyûb'un hastalığı gittikçe şiddetlendi. Onun bu hâli beden, kalp ve lisanıyla yaptığı kulluk ve peygamberlik vazifelerini iyice zorlaştırdı. O zaman Allahü teâlâya duâ ve niyazda bulundu: " Bana gerçekten hastalık isabet etti. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin. " dedi. Allahü teâlâ onun duâ ve niyâzını kabûl etti. Birgün Eyyûb aleyhisselâmın hanımı Rahîme Hâtun yiyecek aramaya çıkmıştı. İkindi vakti Allahü teâlânın lütuf ve müjdesi ulaştı. Cebrâil aleyhisselâm gelerek Allahü teâlâdan;Ey Eyyûb!Belâ verdim sabrettin. Şimdi ben sihhat ve nîmet vereceğim. " haberini getirdi. Allahü teâlâ;"(Ey Eyyûb!) Ayağını yere vur. Çıkan sudan gusleyle ve soğuğundan iç. " (Sâd sûresi: 42) buyurdu. Bu emr-i ilâhî üzerine Eyyûb aleyhisselâm ayağını yere vurdu. Biri sıcak, biri soğuk, iki pınar fışkırdı. Sıcak sudan gusl edince bedenindeki, soğuk sudan içince içindeki hastalıklardan kurtuldu ve sıhhate kavuştu. Kuvveti geri geldi. Taze bir genç oldu. Elinden alınmış olan mallarını Allahü teâlâ geri iâde etti. Çok sayıda evlâd ihsân etti veya bir rivâyette ölmüş olan oğullarını diriltti. Yüz çeviren dostları kendisine muhabbetle yöneldiler.
Eyyûb aleyhisselâmın hastalığı afiyet haline dönüşünce, o gece seher vaktinde bir âh eyledi. Sebebini sorduklarında;" Her gece seher vaktinde diye ses duyardım. Şimdi o vakit geldi; sesini duyamadım. Onun için ağlıyorum. " buyurdu.
Eyyûb aleyhisselâm ömrünün sonunda en olgun evladı olan Havmel'i vâsi tâyin etti. Tehiz ve tekfin işlerini ona ısmarladı. Yüzkırk sene ömür sürdükten sonra vefât etti. Bişr isimli bir oğlunun peygamberliğinde ihtilâf olunmuştur. Onun yaşıyla ilgili başka rivâyetler de vardır. Hazret-i Eyyûb'un kabri Şam'da Beseniyye denilen yerdedir.
Mucizeleri: Eyyûb aleyhisselâm Allahü teâlânın emirlerini tebliğ ederken biçok mûcizeler gösterdi. Bunlardan bazıları şöyledir.
1. Eyyûb aleyhisselâmın duâsı bereketi ile koyunların yünleri ibrişim olurdu.
2. Eyyûb aleyhisselâm kavminin hâkimini îmâna dâvet ettiği vakit o da;" Evimdeki direklerin kalkarak havada durmasını senden mûcize olarak isterim. " demişti. Hazret-i Eyyûb duâ etti. Nihayet evin direkleri düştü ve ev havada kaldı. Hâkim bu mûcizeyi gördüğü hâlde îmân etmedi.
3. Eyyûb aleyhisselâmın duâsıyla çöldeki seraplar ve dumanlar su olurdu.
Eyyûb aleyhisselâm güzel huylu, cömerd ve çok merhametliydi. Fakirlere, misafirlere, yetimlere çok yerdım ederdi. Bedenine,
malına ve evlâdına gelen musibetlere sabredip ilahî takdire rızâ gösterirdi. Bundan dolayı insanlık tarihinde, "Eyyûb aleyhisselâmın
sabrı gibi" darbımeseliyle anıldı. Allahü teâlâ onu bu güzel vasıfları sebebiyle Kur'ân-ı kerîmde şöyle mehd ü senâ buyurdu: " Biz onu (belâlara) hakikaten sabırlı bulduk. O ne güzel kuldu. Şüphe yok ki o tamamen Allah'a dönen (bir zât) idi. " (Sâd sûresi: 44) Eyyûb aleyhisselâmla ilgili olarak Kur'ân-ı kerîmin En'âm, Nısâ, Sâd ve Enbiyâ sûrelerinde bilgi verilmiştir.
***
HÂRÛN ALEYHİSSELÂM
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hazret-i Mûsâ'nın ana-baba bir büyük kardeşidir. Babasının ismi, İmrân bin Yasher'dir. Soy itibârıyla Yâkûb aleyhisselâmın oğullarından Lâvi'ye dayanır. Mısır'da doğdu. Mûsâ aleyhisselâmdan üç sene önce Tûr-i Sinâ'da vefât etti. Hârûn aleyhisselâm, isrâiloğulları üzerine firavun'un ve Kıbtilerin zulüm ve baskılarının arttığı sırada doğdu. Çocukluğu ve gençliği Mısır'da geçti. Mûsâ aleyhisselâma peygamberlik emri bildirildikten sonra, Hârûn aleyhisselâma da peygamberlik emri bildirildi. Mûsâ aleyhisselâmla birlikte Firavun'a gitmeleri, onu ve avânesini Allahü teâlâya imâna dâvet etmeleri emredildi. Hârûn aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmla birlikte Firavun'u ve adamlarını hak dine inanmaya dâvet ettiler. Kendisinin tanrı olduğunu iddiâ eden ve insanların kendisine secde etmelerini isteyen Firavun, Mûsâ ve Hârûn aleyhisselâmın dâvetini ve izahlarını kabul etmedi. İlk önce alay edip hakâret dolu sözler sarf etti. Mûsâ aleyhisselâma inananlara ve İsrâiloğullarına korkunç zulümler yaptırdı. İsrâiloğulları durumlarını Mûsâ ve Hârûn aleyhisselâma bildirip duâ istediler. Allahü teâlâ, Firavun ve kavmine ikâz olarak musibetler gönderdi. Mûsâ ve Hârûn aleyhisselâm, Allahü teâlânın emriyle İsrâiloğullarını Mısır'dan çıkarıp, Kızıldeniz'den yürüyerek Sinâ Yarımadasına geçtiler. Firavun ve ordusu da geçmek için denize yürüyünce, küfür ve azgınlıklarının cezâsı olarak, boğulup helâk oldular.
Mûsâ aleyhisselâm, kavmiyle berâber Tih sahrasındayken Allahü teâlâdan gelen vahiyle Tevrât-ı şerif'i almak üzere Tûr Dağına gittiği sırada Hârûn aleyhisselâmı yerine vekil bıraktı. Mûsâ aleyhisselâm Tûr Dağındayken, İsrâiloğulları Hârûn aleyhisselâmı dinlemeyşp Sâmiri adında bir münâfığın hilelerine kapılarak, yaptıkları altın buzağı heykeline taptılar. Hârûn aleyhisselâm kavminin bu câhilce ve azgınca hareketi karşısında onlara nasihatlerde bulundu. Onları bu inanış ve hareketlerinden uzaklaştırmaya çalıştı. Onun nasihat ve uyarılarını bir kısmı kabul ettiyse de bir kısmı kabul etmedi. Hârûn aleyhisselâmı tehdit ettiler. Hârûn aleyhisselâm, kendisine tâbi olan 12. 000 kişiyle birlikte onların içinden ayrılmak veya onlarla sert bir şekilde mücâdele etmek istedi. Fakat Mûsâ aleyhisselâmın, "İsrâiloğullarını parçaladın, birbirinden ayırdın!" diyeceğini düşünerek, bu işten vazgeçti. Mûsâ aleyhisselâmın Tûr'dan dönmesini bekledi.
Mûsâ aleyhisselâm, Tûr Dağından dönüşünde kavminin altın buzağı heykeline taptığını görünce çok üzüldü. Bu hâlin sebebini Hârûn aleyhisselâma sordu. Hârûn aleyhisselâm da İsrâiloğullarının kendisini dinlemediklerini ve kendisini ölümle tehdit ettiklerini, Sâmiri adında bir münâfığa uyarak bu yola saptıklarını bildirdi. Mûsâ aleyhisselâm Sâmiri'ye bedduâ etti ve İsrâiloğullarının tövbe etmelerini bildirdi. İsrâiloğulları, Mûsâ aleyhisselâmın dediklerini kabul ettiler ve tövbe ettiler. Bu mücâdeleler sırasında Hârûn aleyhisselâm da Mûsâ aleyhisselâmla birlikte gayret etti. Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma kavmini toplayıp, Arz-ı Mev'ût denilen bölgeye (Filistin ve Şam bölgesi) götürmesini ve puta tapan Amâlika kavmiyle harp etmesini emretti. İsrâiloğulları, o beldelerde zâlim ve kuvvetli hükümdârların bulunduğunu ileri sürerek harbe gitmediler. Allahü teâlâ bu isyânları sebebiyle İsrâiloğullarına kırk yıl müddetle Arz-ı Mev'ûd'a girmeyi haram kıldı. İsrâiloğulları bu kırk sene içinde Tih sahrâsında şaşkın ve perişan şekilde dolaştılar. Bu sırada Hârûn aleyhisselâm da Mûsâ aleyhisselâmla birlikte İsrâiloğullarının sıkıntılarına sabretti.
Hârûn aleyhisselâm, İsrâiloğullarının nankörlükleri üzerine, cenâb-ı Hakk'ın kendilerini Tih çölünde kalmaya mahkûm ettiği kırk senenin sonlarına doğru, hazret-i Mûsâ'dan birkaç sene veya bir rivâyete göre üç sene evvel vefât etti. Kabrinin nerede olduğu husûsunda çeşitli rivâyetler vardır. Hârûn aleyhisselâmla ilgili olarak Kur'ân-ı kerim'in Mâide, A'râf, Yûnus, Tâha, Furkan, Şuarâ, Kasas, Saffât, sûrelerinde bilgi verilmektedir.
***
HIZIR ALEYHİSSELÂM
İbrâhim aleyhisselâmdan sonra yaşamış bir peygamber veya veli. Avrupa ve Asya kıtalarına hâkim olan Zülkarneyn aleyhisselâmın askerinin kumandanı ve teyzesinin oğludur. İsminin, Belkâ bin Melkan, künyesinin Ebü'l-Abbâs olduğu ve soyunun Nûh aleyhisselâmın Sam isimli oğluna dayandığı bildirilmiştir. Bâzıları da Hızır aleyhisselâmın İsrâiloğullarından olduğunu söylemiştir. Hızır lakabıyla meşhur olmasının sebebi, kuru bir yere oturup kalktığı zaman, oranın yeşerip yemyeşil olmasından dolayıdır. Sahih-i Buhâri'de bildirilen bir hadis-i şerifte peygamber efendimiz; "Hızır (aleyhisselâm), otsuz kuru bir yerde oturduğunda, o yer birdenbire yemyeşil olur, peşi sıra dalgalanırdı. " buyurdu. Mûsâ aleyhisselâmla görüşüp yolculuk yaptı. Fakat vefâtından sonra rûhu insan şeklinde gözüküp, gariblere yardım etmektedir.
Hızır aleyhisselâm, Allahü teâlânın sevgili kullarındandı. Doğdu, büyüdü ve vefât etti. Ancak Allahü teâlâ onun rûhuna insan şeklinde görünmek ve kıyâmete kadar yardım isteyen Müslümanların imdâdına yetişmek, yardım etmek, konuşmak, ilim öğrenmek ve öğretmek özellikleri verdi. Bâzı âlimler "nebi" (peygamber), bâzı âlimler de"veli" dir dediler. Hızır aleyhisselâmda, yaşayan insanlarda görülen hâller bulunduğu için yaşıyor zannedilmektedir.
Hızır aleyhisselâm, güzel ahlâk sahibi, cömert ve insanlara karşı çok şefkatliydi. Allahü teâlânın izni ile kerâmet ehli olup, kimyâ ilmini bildirdi. Hak teâlânın bildirmesiyle ledünni ilme sâhipti. Hızır aleyhisselâm Mûsâ aleyhisselâm ile buluşması, görüşmesi ve yolculuk yapması Kur'ân-ı kerim'de Kehf sûresi 60 ve 80. âyetlerinde ve hadis-i şeriflerde bildirilmiştir.
Peygamber efendimiz Eshâb-ı kirâm ile Tebük Harbindeyken ikindi namazını kıldıktan sonra iki beyit işittiler. Fakat şiiri söyleyeni göremediler. Resûlullah efendimiz; "Bu iki beytin söyleyicisi kardeşim Hızır'dır. Sizi övüyor. " buyurdu. Hızır aleyhisselâm bir çok zâtın tasavvufta yetişmesinde rehberlik etmiş, feyz vermiştir. Hızır aleyhisselâmın tasavvufta yetiştirdiği en meşhûr âlim ve velilerden biri Abdülhâlık Goncdüvâni hazretleridir.
Hızır aleyhisselâm, İlyâs aleyhisselâmla birlikte peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vefâtında hâne-i saâdetlerine gelip Ehl-i beyt için sabır ve tavsiyesinde bulundu. Onların geldiklerini ve sabır tavsiye ettiklerini hazret-i Ebû Bekr, Ehl-i beyte bildirdi.
***
HÛD ALEYİSSELÂM
Yemen'de bulunan Âd kavmine gönderilen peygamber. Nûh aleyhisselâmın oğlu Sâm'ın neslindendirç Bir ismi de Âbir olup, lakabı Nebiyyullahtır. Kur'ân-ı kerimde ismi bildirilen peygamberlerdendir. Yemen'de Aden ile Umman arasında bulunan Ahkâf diyârında doğup yetişti. Çocukluğundan itibaren Allahü teâlâya ibâdet etmekle meşgul oldu. Ara sıra ticâretle de uğraşan hûd aleyhisselâm, gayet şefkâtli ve çok cömertti. Nûh tûfânında sonra torunlarından biri olan Âd, Yemen'de Hadramut civârında Ahkâf denilen yerde yerleşti. Âd'ın neslinden gelen insanlar çoğalarak büyük bir kavim oldular. Bunlara Âd kavmi denildi. Bulunduları belde bereketli bir yerdi. Bağlar, bahçeler her tarafı sarmış ve İrem bağları diye meşhur olmuştu. Oğulları, malları, davarları ve muhteşem sarayları vardı. Güçleri, kuvvetleri, boyları ve cüsseleri ile meşhur olan bu insanlar, servetlerinin ve maddi güçlerinin çokluğuna bakarak azdılarve doğru yoldan, dinlerinden ayrıldılar. Yeryüzünde büyüklük tasladılar. Allahü teâlâyı unuttular ve çeşitli putlara tapmaya başladılar. Ellerindeki maddi imkânlarla etrâfa dehşet salıyorlar, fakirleri ve diğer kabileleri zulümleri altınta inletiyorlardı. Onları köle gibi çalıştırıyorlar, çeşitli işkencelerle öldürüyorlardı. Allahü teâlâ, Âd kavmine doğru yola kavuşturmak için Hûd aleyhisselâmı onlara peygamber gönderdi. bu hususta Kur'ân-ı kerimde meÂlen buyruldu ki: Âd kavmine kardeşleri Hûd'u peygamber olarak gönderdik. Hûd (aleyhisselâm) onlara; "Ey kavmim! Allahü teâlâya ibâdet edin. İbâdet edilecek o'ndan başkası yoktur. Hâlâ o'nun azâbından korkmayacak mısınız?" dedi. (A'râf sûresi: 65) Hûd aleyhisselâm kavmini doğru yola kavuşturmak için tebliğ vazifesine başladı. Onları putlara tapmaktan, zulüm ve günahlardan tövbe ederek vazgeçmeye ve Allahü teâlâya şükür ve ibâdete çağırdı. Fakat Âd kavminin insanları, Hud aleyhisselâmı dinlemeyip, ona karşı kaba ve inkârcı davrandılar. Hûd aleyhisselâm kavminin bu tutumu üzerine; "Eğer doğru yola gelmezseniz, haberiniz olsun, ben size tebliğ vazifemi yapıyorum; Rabbim size acı bir azap gönderir de helâk olursunuz?" buyurdu. Azgın Âd kavmi, Hûd aleyhisselâma; "Mûcize getirmeden putlarımızı terk etmeyiz. " dediler. Hûd aleyhisselâm onlara; "İstediğiniz mûcize nedir?" diye sordu. Onlar da "Rüzgârı istediğin tarafa çevir!" dediler. Hûd aleyhisselâm duâ etti. Allahü teâlâ; "Ne tarafa istersen elinle işâret et!"^buyurdu. O da eliyle işâret edince, rüzgâr istediği istikâmette esmeye başladı. Büyük kayaların toprak olmasını istediler. Hûd aleyhisselâmın duâsı ile bu da oldu. Bu mûcizeleri gördükleri hâlde inanmayıp hırçınlaşarak koyunların yünlerinin de ipek olmasını istediler. Hûd aleyhisselâm duâ etti. koyunların yünü ipek hâline geldi. Âd kavmi, gösterilen mûcizelere rağmen inanmadılar. "Sen bizi putlarımızdan ayırmak için mi geldin? Doğru söylüyorsan, haydi bizi tehdit azâbı getir de görelim!" dediler. Hûd aleyhisselâm kavmini imâna dâvete devâm etti. Pek az kimse imân etti. Kavmi ise hakâret edip kendinden geçinceye kadar dövdü. Kavminin ıslâh olmayacağını anlayan hûd aleyhisselâm: "Yâ Rabbi! Sen herşeyi biliyorsun. Ben onlara peygamberliğimi bildirdim. Ey Rabbim! Onlara, ders almalarına vesile olacak bir musibet ver?" diue bedduâda bulundu. hûd aleyhisselâmın bedduâsını kabul buyuran Allahü teâlâ, Âd kavmine önce kuraklık, kıtlık musibetini verdi. Üç sene müddetle akan pınarlar kurudu. Yeşillikler sarardı, soldu. Meşhûr İrem Bağları yok oldu. İnsanlar bir yudum suya, bir parça ekmeğe muhtaç hâle geldiler. Hayvanlar susuzluktan telef oldular. Devamlı olarak bunaltıcı kuru bir rüzgâr esiyordu. İnsanlar ağızlarını güçlükle açıyor, zor nefes alıyordu. tozdan göz gözü göremiyordu. bu arada Hûd aleyhisselâm kavmini imâna, tövbe ve istiğfâra dâvete devâm ediyordu. Hûd aleyhisselâmın kavmine meâlen şöyle dediği bildirilmektedir: "Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra o'na tövbe edin ki, gökten üzerinize bol bol bereket (ekinleri yetiştirecek yağmur) indirsin ve kuvvetinize kuvvet katarak sizi çoğaltsın. Günahlarınıza ısrar ederek imândan yüz çevirmeyin. " (Hûd sûresi: 52) Hûd aleyhisselâmın bu son dâveti de onların aklını başlarına getirmeye yetmedi. Hûd aleyhisselâma işkenceye ve onu öldürmeye kalkıştılar. Artık onlara azâbın gelmekte olduğu Hûd aleyhisselâma bildirildi. Bir sabah Hûd aleyhisselâm imân edenleri biraraya topladı. Gün ağarırken ufukta siyah bir bulut belirdi. Bunu gören Âd kavmi, işte bize yağmur geliyor, dediler. Hûd aleyhisselâm "Hayır, o can yakıcı azâb veren bir rüzgârdır. Her şeyi yok eder. " dedi. Rüzgâr korkunç bir ses çıkararak vâdiyi kapladı. Son derece hızlı ve soğuk olup, her şeyi saman çöpü gibi savuruyordu. Fussilet sûresi 16. âyet-i kerimesinde, bu rüzgâr "sarsar" (kavurucu rüzgâr); azâb günleride "eyyâm-ı nahisât" olarak geçmektedir. Âd kavmi kasırgadan kurtulmak için tutundukları ağaç ve taşlarla birlikte havaya fırlayarak paramparça oldular. Hepsi ölüp yere serildiler. Daha sonra rüzgâr bunları sürükleyip denize attı. Mal ve mülklerinden hiçbir eser kalmadı, helâk olup gittiler. Âd kavminin helâk oluşu Kur'ân-ı kerimde meâlen şöyle bildirilmektedir: "Nihâyet Hûd'u ve berâberindeki imân edenleri, rahmetimizle kurtardık ve âyetlerimizi tekzib ederek, yalanlayarak imân etmemiş olanların kökünü kestik. " (A'râf sûresi: 72) Hûd aleyhisselâm ve ona imân edenler bu şiddetli kasırgada Allahü teâlâ tarafından muhâfaza edildiler. Kâfirleri helâk eden şiddetli fırtına, onlara serinletici ve rahatlatıcı hafif bir rüzgâr gibi esiyordu. Hûd aleyhisselâm, Âd kavmi helâk olduktan sonra, kendine inananlarla birlikte Mekke-i mükerremeye gitti. Kâbe-i muazzamanın bulunduğu yerde ibâdet ve taatla meşgul oldu ve orada vefât etti. Kabrinin Harem-i şerif( Kâbe-i muazzamanın etrâfındaki mescit) te Hicr denilen yerde bulunduğu rivâyet edilmektedir. Hûd aleyhisselâm ve peygamber olarak gönderildiği Âd kavmiyle ilgili olarak Kur2ân-ı kerimin A'râf, Hûd, Mü'minin, Fussilet, Ahkâf, Zâriyât, Kamer, Hâkka, Şuarâ ve Fecr sûrelerinde bilgi verilmektedir.
***
İBRÂHİM ALEYHİSSELÂM
Kur'ân-ı kerîm'de ismi bildirilen peygamberlerden, ülülazm adı verilen altı peygamberden biri olup, Keldânî kavmine gönderilmiştir. Peygambber efendimiz Muhammed aleyhisselâmdan sonra peygamberlerin ve insanların en üstünüdür. Allahü teâlâ ona Halîlim (dostum) buyurduğu için Halîlullah veya Halîlürrâhmân olarak bilinir. Babası mümin olan Târûh olup, annesi Emine'dir. İbrâhim aleyhisselâm, peygamber efendimizin dedelerindendir. Çünkü, ilk oğlu İsmâil aleyhisselâm Arapların, ikinci oğlu İshâk aleyhisselâm da İsrâiloğullarının ceddi yâni dedesidir. Keldâni memleketi olan Bâbil'in doğu tarafında ve Dicle ile Fırat nehirleri arasındaki bölgede doğdu. Yüz yetmiş beş yaşındayken Kudüs'te vefât etti.
İbrâhim aleyhisselâma annesi Emîle veya Ûşâ hâmileyken, babası Târûh vefât etti. Annesi, amcası olan Âzer ile evlendi.
Âzer üvey babası ve amcası olup putperestti. Geçimini put yapıp satarak temin ederdi
Tefsir âlimleri, En'âm sûresinin Âzer'in ismi geçen 14. âyetini tefsir ederken, Âzer'in hazret-i İbrâhim'in amcası ve üvey babası olduğunu açıkça belirtmişlerdir. Zîrâ, Peygamberimizin baba ve dedeleri Âdem aleyhisselâmdan beri hep mümindi. Kur'ân-ı kerîm'de meâlen;" Sen, yani senin nûrun, hep secde edenlerden dolaştırılıp, sana ulaşmıştır. " (Şu'arâ sûresi: 219) buyrulmaktadır. Ehl-i sünnet âlimleri bu âyet-i kerîmeyi tefsir ederken, Peygamberimizin bütün ana ve babalarının, mümin olduğunu anlamışlardır. Abdullah ibni Abbâs'ın bildirdiği hadîs-i şerîfte de: "Benim dedelerimin hiçbiri zinâ yapmadı. Allahü teâlâ, beni temiz babalardan, temiz analardan getirdi. Dedelerimin iki oğlu olsaydı, ben bunların en hayırlısında, en iyisinde bulunurdum. "buyuruldu.
Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden anlaşıldığı ve binlerce İslâm kitâbında yazıldığı üzere Peygamber efendimizin anaları ve babaları arasında bulunmakla şereflenen bahtiyarların hepsi, zamanlarının ve memleketlerinin en asîl, en şerefli, en güzel ve en temiz kimseleriydi. Hepsi de aziz ve muhteremdiler. İbrâhim aleyhisselâmın babası Târûh da böylece mümin, yani inanmıştı. Kötü ahlâktan, âdî ve çirkin sıfatlardan uzaktı.
Nûh aleyhisselâmdan çok sonra Bâbil'de hüküm süren, yıldızlara ve putlara tapan Keldâni kavminin o devirdeki kralı olan Nemrûd, insanları kendine ve putlara taptırıyordu. Bir gece gördüğü rüyâyı, mineccimler;"Doğacak bir erkek çocuğun yeni bir din getireceği ve onun saltanatını yıkacağı. " şeklinde tâbir edince, Nemrûd yeni doğan erkek çocukların öldürülmelerini ve hâmile kadınların hapsedilmelerini emretti. O sırada hazret-i İbrâhim'e hâmile olan annesi, amcası Âzer'le evliydi. Görünüşte hâmileliği belli olmadığı için fark edemediler, kocasına da;"Çocuk doğunca oğlan olursa, kendi elinle Nemrûd'a teslim eder mükâfât alırsın"dedi. Annesi zamanı gelince de şehir dışında bir mağarada doğum yaptı ve Âzer'e çocuğun doğup öldüğünü söyledi. Oğlunu mağarada gizledi ve orada büyüttü. Yanına gittiğinde onu parmağını emerken bulur ve doymuş görürdü. Parmaklarından süt ve bal gelirdi. Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâmı göndererek bu gıdâları Cennet'ten parmaklarına akıtırdı.
İbrâhim aleyhisselâm büyüyüp, mağaradan çıkınca, güneşe, aya, yıldızlara ve kâinâta bakarak bunları yaratanın eşi ve benzeri olmayan bir yaratıcının olduğunu anladı. Keldâni kavmine gelerek, taptıkları putların ve yıldızların ilâh olmadığını, anlayabilecekleri açık delillerle anlattı. Bâbil halkı çocuk yaşta olan ve putlarına karşı çıkan hazret-i İbrâhim'i üvey babası Âzer'e şikâyet ettiler. Âzer, İbrâhim aleyhisselâmı azarlayarak bu işten vazgeçmesini istediyse de İbrâhim aleyhisselâm onun sözlerine hiç aldırmayıp;"Benden delil isteyin göstereyim. Bana hidâyet veren, doğru yolu gösteren Allahü teâlâ beni sizden ayırdı. Sizin içinde bulunduğunuz sapıklığa düşürmedi. Sizi ve putlarınızı sevmiyorum. " dedi. Putlara tapmanın mânâsız olduğunu Âzer'e de söyledi. Âzer hiddetlenip İbrâhim aleyhisselâmın yanından uzaklaşmasını istedi.
Genç yaştayken Keldânî kavmine peygamber olarak gönderilen ve kendisine on sayfa (forma) kitap verilen İbrâhim aleyhisselâm, Allahü teâlânın emriyle büyük-küçük herkesi Allahü teâlâya îmân etmeye çağırdı. İnsanlara topluca ve açık bir tebliğde bulunmayı, putların mânâsız ve âcizliğini, onlara tapmanın sapıklık olduğunu gâyet açık bir şekilde göstermek istedi. O zaman Keldânî kavmi, bir gün bayram yapmak üzere bir yere toplandı. Onlar gittiği zaman İbrâhim aleyhisselâmın üvey babası ve puthânenin bekçisi olan Âzer onu da bayram yerine gitmeye zorladı. İbrâhim aleyhisselâm hasta olduğunu söyleyerek gitmedi. İnsanlar bayram yerinde toplandıkları zaman, yetmiş kadar putun bulunduğu puthâneye girdi. Getirdiği bir balta ile bütün putları kırıp. parça parça etti. Sadece en iri putu kırmadı ve baltayı bunun boynuna asarak, oradan uzaklaştı. Keldânî kavmi bayramdan dönünce, puthâneye girip, putların kırılıp parça parça edildiğini görüp, şaşırdılar. Bunu kim yaptı, diye bağırmaya başladılar. Bu işi, İbrâhim yapmıştır, diyerek onu yakalayıp halkın önünde sorguladılar. " Ey İbrâhim! Putlarımızı sen mi kırdın?" deyince, İbrâhim aleyhisselâm, bu işi olsa olsa;" Ben varken bu küçük putlara niçin tapıyorlar!" diyen şu iri put yapmıştır, demiştir. "Siz ona sorunuz. " deyince, putperestler;" Putlar konuşmaz ki, sen bize ona sor diyorsun!" dediler. Bunun üzerine İbrâhim aleyhisselâm;"O hâlde daha kendilerini kırılmaktan kurtaramayan, size hiçbir faydası olmayan bu putlara ilâh diyerek niçin tapıyorsunuz?Hâlâ akıllanmayacak mısınız?Size ve bu taptığınız putlara yazıklar olsun!" dedi. Putlarını İbrâhim aleyhisselâmın kırdığını anlayan Keldânî kavmi, onu hapsettiler. Durumu da ılâhlık iddiâsında bulunan kralları Nemrûd'a bildirdiler.
Nemrûd, İbrâhim aleyhisselâmı yanına getirmelerini emretti. İbrâhim aleyhisselâm Nemrûd'u Allahü teâlâya îmân etmeye dâvet etti. Nemrûd, bunu reddettiği gibi, İbrâhim aleyhisselâmın kendisine secde etmesini istedi. Secde etmeyince, hapsettirdi ve ateşte yakılmasını emretti. Günlerce yığılan odunlar ateşlendi. Şiddetinden yanına yaklaşamadıkları ateşe hazret-i İbrâhim'i mancınıkla attılar. Ateşe atılırken;"Hasbiyallah ve ni-mel vekil", yani "Bana Allah'ım yetişir. O ne iyi vekildir, yardımcıdır. " dedi. ateşe düşerken Cebrâil aleyhisselâm gelip;"Bir dileğin var mı?diye sorunca;"Var, fakat sana değil, Rabbim beni görüyor, biliyor. " dedi. Onun bu hâli Kur'ân-ı kerîm'de övülüyor ve;"Sözünün eri olan İbrâhim. " buyruluyor. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîm'de meâlen ateşe; "Ey ateş! İbrâhim'e karşı serin ve selâmette ol!" (Enbiyâ sûresi: 69) diye emretti. Ateşin içi yemyeşil bir bahçe kesildi. Cebrâil aleyhisselâm da kendisine arkadaş oldu. Cennet'ten gömlek ve yaygı getirdi ve onu Cennet nîmetleri ile doyurdu. Ateşte yedi gün kaldığı rivâyet edilir. Ateş sönünce mûcizeyi gözleriyle görenlerden kardeşi Haran, amcasının kızı ve sonra hanımı olan hazret-i Sâre ve bâzı kimseler îmân ettiler. İbrâhim aleyhisselâm ateşten kurtulduktan sonra Keldâni kavmini bir müddet daha îmâna dâvet etti. Fakat zâlim Nemrûd ve putperest ahâli küfürlerinden vazgeçmediler. Allahü teâlâ, Nemrûd ve kavmine sivrisinekleri musallat etti. Sinekler onların kanlarını emdiler ve kuru kemik hâline getirdiler. Sineklerden birisi de Nemrûd'un burnundan girip beynine yerleşti. Uzun zaman azap ve ıztırap verdi. Hattâ başını tokmakla döğdüre döğdüre öldü. Allahü teâlâ, tanrılık iddiâ eden Nemrûd'u en âciz mahlûklarından birisi olan sivrisinekle cezalandırdı.
İbrâhim aleyhisselâm Allahü teâlânın emriyle Bâbil'den Harrân'a (Urfa'nın güneyinde bir yer) hicret etti. Bu yolculukta kardeşinin oğlu Lût aleyhisselâm, hanımı Sâre Hâtun ve diğer inananlar da bulundular. Harrân'da bir müddet kaldıktan sonra, Şam'a, oradan da Mısır'a gitmek üzere yola çıktı. Bu yolculuk esnâsında kardeşinin oğlu Lût aleyhisselâmın Sedûm bölgesi ahâlisinde peygamber olarak vazîfelendirildiği bildirildi. Lût aleyhisselâmın Sedûm'a hareketinden sonra, Mısır'a giden İbrâhim aleyhisselâm rivâyete göre bu sırada otuzsekiz yaşındaydı.
Mısır'a gittiği sırada Sinan bin Ulvan adlı zâlim bir Firavun vardı. İbrâhim aleyhisselâm ve hanımı hazret-i Sâre'nin Mısır'a geldiğini haber alan Firavun, zorbalık yaparak Sâre'yi almak istedi. Bu zâlim hükümdâr hazret-i Sâre'yi sarayına çağırttı. Ona musallat olmak isteyince nefesi kesilip elleri ve ayakları tutmaz hâle geldi. Bu hâline pişman olup, musallat olmaktan vaz geçti. Hazret-i Sâre'den, onun düştüğü fecî hâlden kurtulması için duâ etmesini istedi. Hazret-i Sâre, hükümdârı bu kadın öldürdü, diye suçlanmasından korktuğu için, duâ etti. Tekrar eski hâline dönen Firavun, Hacer adında bir câriyeyi hazret-i Sâre'ye hediye etti. Bu hâdiseden sonra İbrâhim aleyhisselâm hanımı Sâre ve hediye edilen Hacer Hâtunla birlikte Mısır'dan ayrılıp, Filistin'e gitti. Filistin topraklarında ıssız ve kupkuru bir yer olan Sebû'ya yerleşti. Bir müddet burada kaldı. Zamanla çok mala kavuştu. Yarım milyonu sığır olmak üzere, davarları vâdileri ve ovaları doldurdu. Çok zengin oldu. Sebû denilen yere sonradan gelip yerleşen insanların İbrâhim aleyhisselâmı incitmeleri üzerine oradan ayrılıp, Şam tarafında Kıst adlı yere göçtü. Çok cömert olan İbrâhim aleyhisselâm insanlara çok ikrâmlarda bulunurdu.
İbrâhim aleyhisselâm, çocuğu olmadığı için hanımı hazret-i Sâre'nin isteği ve izniyle hazret-i Hacer'le evlendi. Bu evlilikten İsmâil aleyhisselâm doğdu. Muhammed aleyhisselâmın nûru hazret-i Hacer vâsıtasıyle İsmâil aleyhisselâma intikâl ettiği için, hazret-i Sâre'nin kalbinde hazret-i Hacer'e karşı gayret hâsıl oldu. İbrâhim aleyhisselâm, hazret-i Sâre'yi üzmemek için Allahü teâlânın emriyle hazret-i Hacer ve oğlu İsmâil'i (aleyhisselâm) yanına alarak, o zamanlar ıssız ve susuz bir yer olan Mekke'ye götürdü. Onları oraya bırakıp, Şam diyârına geri döndü. Hacer annemiz ve oğlu İsmâil aleyhisselâm oradayken, mübârek Zemzem suyu yerden fışkırarak çıktı.
İbrâhim aleyhisselâm, daha önce bir oğlum olursa, Allah yoluna kurban edeceğim, diye adakta bulunmuştu. İbrâhim aleyhisselâm, hazret-i Hacer ve oğlu İsmâil aleyhisselâmı ziyâret için Mekke'ye geldiği sırada, üç gün üst üste gördüğü bir rüyâ üzerine İsmâil aleyhisselâmı kurban etmek istedi. Tam kurban etmek üzereyken, Allahü teâlâ İbrâhim aleyhisselâma rüyâsında sadâkat (bağlılık) gösterdiğini bildirerek kurbanlık bir koç ihsân etti. Böylece İsmâil aleyhisselâm, kurban edilmekten kurtuldu. Allahü teâlâ, İbrâhim aleyhisselâma ihtiyar yaşında hazret-i Sâre'den İshâk isimli oğlunu ihsân etti. İbrâhim aleyhisselâm bir kaç defa hazret-i Hacer'i ve oğlu İsmâil aleyhisselâmı ziyâret etti. Bir defâsında oğlu İsmâil ile birlikte Beytullah'ı (Kâbe-i muazzamayı) inşâ etti. Cennet yâkutlarından Hacer-ül-Esved adlı siyah taşı Cebrâil aleyhisselâmın bildirmesiyle alarak, Kâbe-i muazzamanın duvarına yerleştirdi. Kâbe duvarını örerken, şimdi Makâm-ı İbrâhim denilen taşın üzerine bastı. Kâbe'yi yapıp bitirince, Allahü teâlânın Cebrâil aleyhisselâm aracılığıyla bildirdiği gibi, İsmâil aleyhisselâm ve Mekke'de yerleşmiş olan Cürhümlülerle birlikte hac ibâdetini yaptı.
İsmâil aleyhisselâmla haccın rükünlerini yerine getirdikten sonra, oğluna Kâbe'ye bakmasına ve onu koruması için tenbihte bulundu. Şam'a gitmek istedi. Gitmeden önce Arafat'a çıkıp, İsmâil aleyhisselâmın evlâdına duâ etti ve Şam'a döndü. Ertesi sene hac mevsiminde hanımı hazret-i Sâre ve oğlu İshâk aleyhisselâmı da alarak Mekke'ye geldi. Hac ibâdetini yaptıktan sonra, birlikte Şam'a döndüler.
İbrâhim aleyhisselâm, vefât etmeden önce oğlu hazret-i İsmâil'e şu vasiyette bulundu: "Ey oğlum!Alnında parlayan bu nûr, son peygamber Muhammed aleyhisselâmın nûrudur. Bütün baba ve dedelerimizin vasiyeti, bu nûru iyi muhâfaza edip, ehline teslim etmektir. Bu mübârek nûru iyi muhâfaza et. Nikâhlı, afîf ve temiz kadınlara teslim eyle. Evlâdına da böyle vasiyette bulun. "dedi. Yüz yetmiş beş yaşında hazret-i Hacer ve hazret-i Sâre'den sonra Kudüs'te vefât etti. Kudüs civârında Habrun kasabasında bir mağaraya defnedildi. Bu kasaba, İbrâhim aleyhisselâmın Halîl (Allahü teâlânın dostu) ismine izâfeten Halîlurrahmân ismiyle meşhurdur. Hazret-i Lût, hazret-i İshâk ve hazret-i Yâkûb ile pekçok peygamberin bu beldede bulunduğu rivâyet edilir. Müslüman hükümdârlar oradaki mescitleri ve türbeleri kendi devirlerinde tâmir ettirmişlerdir. Halîlurrahmân'daki mescit ve türbeleri ise son olarak Osmanlı Sultânı İkinci Abdülhâmid Han tâmir ettirmiştir.
İbrâhim aleyhisselâm ülülazm peygamberlerin ikincisi olup, Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâmdan sonra bütün peygamberlerden ve resûllerden üstündür. İbrâhim aleyhisselâmdan sonra gelen bütün peygamberler onun neslindendir.
Allahü teâlâ hazret-i İbrâhim'i ilâhî sırlara vâkıf kıldı ve onu, ateşe atıldığında nefsiyle, oğlu hazret-i İsmâil'i Allah için kurban etmesini bildirip evlâdı ile malı ile imtihân etti. Malı ile imtihân edilmesi şöyle olmuştur: O kadar zengindi ki, sadece sığırları yarım milyon olup, davarları, ovaları ve vâdileri dolduruyordu. Cebrâil aleyhisselâm insan sûretinde gelip;"Ya İbrâhim, bu sürüler kimindir?" deyince;"Allah'ındır fakat benim elimde emânettir. Allahü teâlâyı tesbih et, ismini an, onu zikret, bu sürülerin hepsi senin olsun. " diyerek bütün malını bağışladı. Cebrâil aleyhisselâm kendini tanıtınca, hazret-i İbrâhim;"Ben Allah için bağışladığımı geri alamam. " diyerek bütün malını satıp, Allah yolunda sarf etti.
Hazret-i İbrâhim kendisine nâzil olan (indirilen) emir ve yasakları tamâmen halka bildirdi. Allah'tan başka şeylere tapmanın bâtıl (geçersiz) olduğunu çok açık bir şekilde anlattı. Şirke (Allah'a ortak koşma) yol açacak kapıların hepsini kapattı.
Çocukluğundan ölümüne kadar hak din üzere olduğundan ve insanlara dîni bildirdiğinden dolayı, onun milletine işâret için Kur'ân-ı kerîmde "Hanîfen" (hak din üzere bulunanlar) diye zikredilmiştir. Hazret-i İbrâhim'in husûsiyetleri Kur'ân-ı kerîmde Nahl sûresi 120, 121, 122. âyetlerde bildirilmektedir. Misâfirperverliği ve cömertliği dillerde dolaşırdı. Misâfir olmayınca yemek yemez, bir misâfir bulmak için uzaklara giderdi. Bu vasfından dolayı ona Ebû'd-Düyûf (misâfirler babası) adı verilmişti. Kıblesi Kâbe idi. Namaza durduğu zaman kalbinin coşması, hışırtısı çok uzaklardan duyulurdu.
İbrâhim Aleyhisselâmın Mûcizeleri
1. İbrâhim aleyhisselâmın mübârek vücûduna ateş tesir etmedi. Nemrûd onu ateşe attığında Allahü teâlâ;"Ey ateş! İbrâhim üzerine serin ve selâmet ol!" buyurunca ateş onu yakmadı.
2. Cansız olan, parça parça edilmiş ve parçaları ayrı ayrı yerlere konmuş olan kuşlar (dört kuş), İbrâhim aleyhisselâmın çağırması üzere yeniden dirilmişlerdir.
3. İbrâhim aleyhisselâmın mûcizesi ile taşlar kömür gibi yanmıştır. Rivâyete göre İbrâhim aleyhisselâm Şam tarafına hicret ettiğinde çayırlık, çimenlik bir yerde konaklamıştı. Orada yakacak hiçbir şey bulamayan, buldukları az bir şeyle ihtiyaçlarını karşılayamayan ahâli, durumlarını İbrâhim aleyhisselâma anlattı. İbrâhim aleyhisselâm taşları toplattı ve kömür gibi yaktı. Bu mûcizeyi gören pekçok kimse îmân etti.
4. Bâzan yırtıcı ve yabânî hayvanlar İbrâhim aleyhisselâmla beraber giderler ve dile gelerek gâyet açık bir şekilde onunla konuşurlardı. Bir defâsında, hanımı hazret-i Hacer ve oğlu İsmâil'le görüşmek ve onları ziyâret etmek için Mekke'ye gitmişti. Şam'a geri dönüşünde birçok yabânî hayvan, İbrâhim aleyhisselâm ile berâber yürüyüp, onunla açıkça konuştular.
5. İbrâhim aleyhisselâm duvarların ve dağların arkasını da görürdü. Bu mûcizesi Mısır'a gittiğinde zevcesi hazret-i Sâre'ye musallat olmak isteyen zamânın kralı Firavun, hazret-i Sâre'yi sarayına alınca, İbrâhim aleyhisselâm dışardan içeriyi seyretmiştir. Sarayın duvarları ona cam gibi olmuş ve gözünden perde kaldırılmıştır. Böylece hazret-i Sâre'ye el uzatmaya kalkışan Firavun'un ellerinin kuruyup, ayaklarının tutmayarak yere yıkıldığına şait olmuştur.
6. İbrâhim aleyhisselâmın bastığı taşın üzerinden ağaç bitip yeşermiştir. Bu istek dîne dâvet ettiği bir beldenin ahâlisinden gelmiş, duâsı üzerine mûcizeyi göstermiştir.
7. İbrâhim aleyhisselâmın oturduğu yerden güzel kokular yayılırdı. Ayrılsa bile, senelerce güzel kokusu oradan çıkmazdı. Hazret-i İsmâil de babasının evine gelip gittiğini, onun kokusundan anlamıştı.
İbrâhim aleyhisselâmın dîni: İbrâhim aleyhisselâmın dîni, Hanîf dînidir. Yanlış ve sapık olan şeye hiç dalmadan doğruya yönelen mânâsınadır. İbrâhim aleyhisselâm, Kaldânî kavminin taptığı putlara aslâ tapmayıp, onları aşağılayıp, Allahü teâlâya ibâdet ettiği için, Hanîf denilmiştir. Ayrıca, kendiside eğrilik bulunmayan dosdoğru olan din mânâsında da Hanîf dîni denilmiştir. Peygamber efendimize peygamberlik bildirilmeden önceki Arablardan birçok kimse Hanîf dînine mensuptu.
İbrâhim aleyhisselâma bildirilen Hanîf dîninin esaslarından bâzıları şunlardır: Kimse kimsenin günâhını yüklenmez. Kimse başkasının günâhından sorumlu olmaz. İnsanlar âhirette ancak ihlâsla işlediği sâlih amellerinin ve niyetlerinin faydasını görürler. Her insanın hayır ve şerden ibâret olan ameli kıyâmet gününde mizânında görülecektir. İnsana çalışmasının karşılığı tam olarak verilecektir.
*** |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Hoşgeldiniz.... |
|
. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
| |