|
|
 |
|
Peygamberlerin Kıssaları-2 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İDRİS ALEYHİSSLÂM
Kur'ân-ı kerim'de ismi geçen peygamberlerden. Şit aleyhisselâmın torunlarındandır. Asıl ismi Ahnûh veya Hanûh'tur. Kur'ân-ı kerim'de İdris diye bidirildi. Kendisine peygamberlik, hikmet ve sultanlık verildiği için "Müselles bin-Ni'me" (kendisine üç nimet verilen) de denilmiştir. Babasının adı Yerd, annesinin adı Berre veya Eşvet'tir. Bâbil'de veya Mısır'da Münif denilen yerde doğduğu rivâyet edilmiştir. Kendisine otuz suhuf (forma) kitap verildi. Diri olarak göğe kaldırıldı. Âdem aleyhisselâmdan ve Şit aleyhisselâmdan sonra insanlar madden ve mânen bozuldular. İdris aleyhisselâm, içinde yaşamış olduğu, Kâbil'in evlâdından bir topluluğa peygamber olarak gönderildi. Her türlü isyân, kötülük ve günâhın işlendiği bu topluluğa Allahü teâlânın kulluk etmeleri gerektiğini sabırla anlattı. Allahü teâlâ ona otuz sayfa (forma) kitap gönderdi. Cebrâil aleyhisselâm dört defâ gelerek Allahü teâlânın emir ve yasaklarını tebliğ etti. İdris aleyhisselâm, kavmine kendisinden sonra gelecek peygamberleri, Muhammed aleyhisselâmın vasıflarını bildirdi. Kendisinden sonra gelecek olan Nûh tûfânını ve Âhir zaman peygamberi muhammed aleyhisselâmı bütün tafsilâtıyla anlattı. Peygamber olduğunu ispat eden birçok mûcizeler gösterdi. Fakat kendisine kavminden pek az kimse itâat etti, pek çoğu ise karşı geldi. Bunun üzerine İdris aleyhisselâm yaşamış olduğu Bâbil diyârından Mısır'a hicret etti. Kendisine imân edenlerle birlikte burada yerleşti. Allahü teâlâ ona yetmiş iki lisanla konuşmayı nasip etti. Her kavmi kendi lisanıyla hak dine dâvet etti. Harp âletleri yapıp, kâfirlerle cihâd etti. İnsanlara şehir kurmak sanatını ve idârecilik ilmini öğretti. Yüz şehir kurdu. Bunların en küçüğü Diyarbakır yakınında bulunan Rehâ şehridir. Her millet deöğrendikleri bu kâidelere göre kendi bölgelerinde pekçok şehirler kurdu. İnsanlara muhtelif ilimleri de öğretti. Pekçok kimseye hikmet ve riyâziye (matematik) dersleri verdi. Fen ilimleri, tıp ve yıldızlarla alâkalı ince ve derin meselelerden bahsetti. Allahü teâlâ ona göklerin terkiplerini, neden meydana geldiklerini, yıldızlarla alâkalı derin bilgileri, senelerin sayısını ve hesâp ilmini öğretti. İdris aleyhisselâm kavmine kalem ile yazı yazmasını, iğne ile dikiş dikmesini öğretti. Öğrettiği ilimler, Allahü teâlânın bildirmesi ile oldu. Yoksa insanoğlunun aklı va zekâsı, sâdece araştırma yoluyla bu bilgilere ulaşamazdı. Eski yunanlılar ve daha sonra gelen filozoflar, fizik, kimyâ ve tıb bilgilerini İdris aleyhisselâmın kitâbından aldılar. İdris aleyhisselâm, uzun seneler insanları hak dine dâvet etti. Yeryüzünün meskûn yerlerini dört bölgeye ayırıp herbirine bir vekil tâyin etti. Bir müddet sonra Aşûre gününde göğe (semâya) kaldırıldı. Dünyâda yaşadığı ömrünün sonuna doğru ölüm meleği Azrâil aleyhisselâm, İdris aleyhisselâmı ziyârete geldi. İdris aleyhisselâm, Azrâil'e: "Bir anlık benim rûhumu al. " dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Azrâil aleyhisselâma; "Onun rûhunu al!" diye vahyetti. Azrâil aleyhisselâm rûhunu aldı. Allahü teâlâ, İdris aleyhisselâmın rûhunu tekrar iâde etti. İdris aleyhisselâm, Azrâil aleyhisselâma; "Beni semâlara götür. Cennet'i ve Cehennem'i göreyim. " dedi. Allahü teâlâ, Azrâil'e onu semâya götürmesini vahyetti. İdris aleyhisselâma Cehennem gösterildi. Cennet'e götürüldü. Cennet'e girince, çıkmak istemedi. Kendisine; "Niçin çıkmıyorsun?" diye sorulunca; "Allahü teâlâ, "Her nefis ölümü tadacaktır" buyurdu. Ben ise ölümü tattım. Yine Allahü teâlâ, "Herkes Cehennem'e uğrayacaktır" buyurdu. Ben oraya uğradım. Allahü teâlâ, "Onlar oradan (Cennet'ten) çıkmayacaklardır. " buyurdu. İşte ben bunun için Cennet'ten çıkmak istemem. dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Azrâil'e vahyedip, İdris aleyhisselâmın Cennet'te kalmasını bildirdi. İdris aleyhisselâm böylece Cennet'te kaldı. Bu husus Kur'ân-ı kerim'de Meryem sûresi 57. âyet-i kerimesinde meâlen; "Biz onu yüksek bir mekâna kaldırdık. " buyrulmak suretiyle bildirilmiştir. Tefsir âlimleri âyet-i kerimede bildirilen "yüce mekân" dan murâdın, peygamberlik ve Allahü teâlâya yakınlık mertebesi veya Cennet veya altıncı, yâhut dördüncü kat semâ olduğunu bildirmişlerdir. Nitekim Buhâri ve Müslim'de bildirilen hadis-i şerifte, peygamberimiz aleyhisselâm Mirâca çıktığı zaman, hazret-i İdris'i dördüncü kat semâda gördüğünü bildirmiştir. İdris aleyhisselâm diri olarak göğe çıkarılınca, onu çok sevenler, ayrılık acısına dayanamadılar. Hatırlamak için resmini yaptılar. Daha sonra gelenler bu resmi tanrı sandılar, çeşitli heykeller yapıp tapıldı. Böylece putperestlik meydana çıktı. İdris aleyhisselâm, ağaçların yapraklarının sayısını bilirdi. Duâ ederken (Bi adedil-evrâk) "Ağaçların yaprakları kadar" diyerek tesbih okurdu. Yıldızlara âit ilmi bilirdi. Kavmini imâna dâvet ettiği zaman, yıldızların heyeti, durumu ve diğer husûsi hâllerini açıklamasını istediler. İdris aleyhisselâm bunu geniş olarak haber verdi. Yıldızların durumunu anlattı. Bunun için "nücûm ilmi" hazret-i İdris'ten kalmıştır, dennir. Melekler grup grup onun ziyâretine gelip görünürlerdi. Her birinin ismini, vazifesini, tesbihibi bilirdi. Havada uçup giderlerken onları görürdü. Gökyüzündeki bulutlara dağılmalarını emrettiği zaman dağılırlar ve dile gelip onunla konuşurlardı. Bunlar Allah'ın İdris aleyhisselâma verdiği mûcizelerdir. İdris aleyhisselâmın hikmetli sözlerinden bâzıları şunlardır: "Akıllı kimsenin rütbesi yükseldikçe, tevâzûsu (alçak gönüllülüğü) artar. " "Câhil, mertebesi yüksek olsa da, basiret ehlini hakir ve aşağı görür. " "Dostlar arasındaki hakiki sevgi, içinde bir menfeat temin etme ve kendisinden bir zararı def etme düşüncesi olmayan sevgidir. " "İnsanda bulunan en faziletli cevher, akıldır. Sâhibini pişman ettirmeyen en kıymetli şey sâlih ameldir. " "İyi hasletlerin en üstünü, kızgınlık hâlinde doğruluk, sıkıntı hâlinde cömertlik cezâ vermeye gücü yettiği hâlde affetmektir. " Kur'ân-ı kerim'in Meryem, Enbiyâ sûrelerinde İdris aleyhisselâmla ilgili haberler verilmiştir.
İLYÂS ALEYHİSSLÂM
Beni İsrâil'e gönderilen peygamberlerden, Mûsâ aleyhisselâmın dinini insanlara bildirmek için Allahü teâlâ tarafından vazifelendirildi. Hazret-i Mûsâ'dan sonra Beni İsrâil kavmine gönderilen peygamberlerin hepsi Tevrât'ın hükümlerini unutan, yerine getirmeyen insanlara bunları bildirmek için gönderildi. Beni İsrâil, o zaman Şam ve civârındaki dağınık küçük devletler hâlinde yaşıyordu. Çünkü Yûşâ bin Nûn, Şam kıtasını fethedip, Beni İsrâil'e taksim etmişti. Bir kabiliye de Baalbek ve etrâfını verdi. İlyâs aleyhisselâm Baalbek'in kabilesinde bulunuyordu. Beni İsrâil zamanla yoldan çıkmış, aralarında fesat ve karışıklık başlamıştı. Tevrât'taki Allahü teâlânın emirlerini unutmuşlar, putlara tapmaya başlamışlardı. İlyâs aleyhisselâm peygamber olarak gönderildiği zaman, Ba'l adında 8-10 metre büyüklüğünde bir puta tapıyorlardı. Hazret-i İlyâs; "Ba'l'den vazgeçiniz ve her şeyin yaratıcısı olan Allah'a ibâdet ediniz. " diye nasihat etti. Fakat dinlemediler. Onları Allah'ın azâbı ile korkuttu ise de, beldelerinde çıkarttılar. Allahü teâlâ da onlardan feyz ve bereketi kaldırdı. Yağmurlar kesildi, kıtlık başladı. Hayvanlar susuzluktan öldü. Başlarına çeşitli belâlar geldi.
İlyâs aleyhisselâm bu kıtlık yıllarında imânı gizlice halka anlatıyordu. Bütün evlerde kıtlık varken, inananların evlerine, İlyâs aleyhisselâmın bir mûcizesi olarak, bolluk ve bereket gelmişti. Herkes kokmuş leş yerken, bunların eviyiyecek doluydu. Baalbek hükümdârınınhazineleri doluydu. Fakat satın alacak yiyecek bulamıyorlardı. Nihâyet hatâlarını anladılar ve hazret-i İlyâs'ı bularak af dileyip imân ettiler. İlyâs aleyhisselâma, sen bize duâ et, dediler. Her ne söylerse ona tâbi olacaklarına söz verdiler. Hazret-i İlyâs, Allahü teâlâ ya duâ etti. Belâ ve musibetin kalkmasını diledi. Allahü teâlâ hazret-i İlyâs'ın duâsını kabul etti. O belde yeniden feyz ve berekete kavuştu. Bol bol yağmur yağdı. Her taraf yeşerdi. Memlekette büyük bir ferahlık meydana geldi. İsrâiloğulları sonra hazret-i İlyâs'a: "Senin duân ile kurtulduk. Ancak ekebileceğimiz tohum yok. Duâ et de tohum elde edelim. " dediler. Hazret-i İlyâs duâ etti. Allahü teâlâ tuz ekmelerini bildirdi. Tarlalara tohum yerine buz ektiler. Mûcize olarak yerde nohut yetişti. İsrâiloğulları bu hâl üzere bir müddet hazret-i İlyâs'a tâbi oldular. Fakat hak yolda sebât etmeleri uzun sürmedi. Yine nankörlük edip, doğru yoldan ayrıldılar. Bu durum üzerine hazret-i İlyâs, Allahü teâlânın izni ile gitgide perişan oldular. Kur'ân-ı kerim'de Sâffât sûresinde bunların isyânları sebebiyle Cehennem'e gidecekleri bildirilmektedir.
Abdullah ibni Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre; hazret-i İlyâs Baalbek'ten çıkınca, ilâhi emirleri bildirmek üzere dolaşırken yolu bir köye düştü. bu köydeki insanlara nasihat etti. Onları imâna dâvet etti. Köylüler onu severek köylerinde bir müddet kalmasını istediler. O da kabul etti ve İsrâiloğullarından ihtiyâr bir kadının evinde misâfir oldu. Bu kadının hasta bir oğlu vardı. Hastalığına bir türlü şifâ bulamamıştı. İhtiyâr kadın oğlunun durumunu hazret-i İlyâs'a anlatarak çocuğunun şifâ bulup bu dertten kurtulması için Allahü teâlâya duâ etmesini istedi. Hazret-i İlyâs, üzülme şifâ Allahü teâlâdandır, dedi. Abdest alıp iki rekât namaz kıldı. Hasta çocuğz şifâ vermesi için Allahü teâlâya yalvardı. Allahü teâlâ duâsını kabul etti. Hasta çocuk iyileşti. Bu çocuğun adı Elyesa idi. Şifâ bulduktan sonra hazret-i İlyâs'a imân etti. Yanından ayrılmadı. Ondan Tevrât'ı öğrendi. Hazret-i İlyâs'ın vefâtından sonra da İsrâiloğullarına peygamber olarak gönderildi. Kur'ân-ı kerim'in Sâffât ve En'âm sûrelerinde İlyâs aleyhisselâmla ilgili haberler vardır.
ÎSÂ ALEYHİSSELÂM
İsrâiloğullarına gönderilen ve Kur'an-ı kerim'de ismi bildirilen peygamberlerden. Peygamberler arasında en yüksekleri olan ve kendilerine Ülülazm denilen altı peygamberin beşincisidir. Annesi hazret-i Meryem'dir. Allahü teâlâ onu babasız yarattı. Kudüs'te doğdu. Otuz yaşında peygamber oldu. Kendisine İncil adlı kitab gönderildi. Otuzüç yaşında diri olarak göğe kaldırıldı. Kıyâmete yakın yeryüzüne tekrar inecektir.
Îsâ aleyhisselâmın annesi Meryem Hâtun, Süleyman aleyhisselâmın neslinden sâlihâ ve temiz bir hanımdı. Hazret-i Meryem, onbeş yaşına geldiği zaman, Yûsuf-i Neccâr isminde biriyle nişanlanmıştı. Fakat onunla evlenmeden Allahü teâlâ, hazret-i Meryem'e babazız olarak bir çocuk vereceğini müjdeledi. Hazret-i Meryem, Allahü teâlânın emri ve kudretiyle Îsâ aleyhisselâma hâmile oldu. Bundan bir müddet sonra, normal olarak hâmilelik hâlleri görülmeye başlandı. Bu hâlleri gören Îsrâiloğulları, dedikodu yapmaya başladılar. Çeşit çeşit iftirâda bulunup akla gelmeyecek, ağıza alınmayacak şeyler söylediler. Bu dedikodulara tahammül edemeyen hazret-i Meryem, Kudüs'ün 10km kadar güneyindeki sâkin bir kasaba olan Beyt-i Lahm'e çekildi. Her şeyin Allahü teâlânın takdîri ve dilemesiyle olduğunu düşünerek, insanların kendi hakkındaki sözlerine sabretti. Îsâ aleyhisselâmın doğumu yaklaştığı sırada, bulunduğu yerin bahçesinde yürürken kurumuş bir hurma ağacının altına geldi. Doğum sancıları şiddetlendiğinden bu ağaca yaslandı. Yaslandığı kuru hurma ağacı yeşillendi. Mevsim kış olduğu hâlde meyve verdi. Ayağının altında küçük bir su kanalı akmaya başladı. Bu hâl, hazret-i Meryem'i tesellî etti. Bu sırada hazret-i Îsâ dünyâya geldi. Îsâ aleyhisselâm doğduğu zaman, doğudaki ve batıdaki bütün putlar yıkılıp, yere döküldü. Şeytanlar bu duruma şaştılar. Nihâyet büyükleri olan İblîs, onlara Îsâ aleyhisselâmın dünyaya geldiğini haber verdi. O doğunca gökte büyük bir yıldız göründü.
Hazret-i Îsâ'nın doğduğunu öğrenen İsrâiloğulları, Beyt-i Lahm 'e geldiler. Hazret-i Meryem'in kucağında yeni doğmuş çocuğu görünce; "Ey Meryem!Bu nedir? Gerçekten çok çirkin bir iş yapmış olarak geldin. Sen pek genç, fakat kocası olmayan bir kız olduğun hâlde bu çocuğu nereden aldın? Bu ne acâip ve ne şaşılacak bir hâldir?" dediler. Hezret-i Meryem, bütün söylenilenleri sabırla dinledi. Hiç cevap vermedi. Ancak; "İşin hakîkatini size o haber versin. Siz onunla konuşun. Ondan sorup anlayın!" mânâsına kundakta bulunan hazret-i Îsâ'yı işâret etti. Onlar kundakdaki çocuğun konuşamayacağını söyleyince, kundakta bulunan hazret-i Îsâ elini kaldıraarak cevap verdi ve dedi ki: "Ey câhiller! Benim yüksek şânıma taarruz etmeyiniz ve annemi ayıplamayınız. Muhakkak ki ben, Allahü teâlânın kuluyum. O, bana kitap verip, beni peygamber kılacaktır. Her nerede olsam beni mübârek kıldı ve hayatta olduğum müddetçe namaz kılmamı ve zekât vermemi emretti. Beni anneme hürmetkâr kıldı. . . Doğduğum günde, öleceğim günde ve diri olarak kabrimden kaldırılacağım günde selâm benim üzerimedir. " dedi. Hazret-i Îsâ'nın kundakta konuşmasına hayret eden İsrâiloğulları, dillerini yutmuş gibi oldular. Hiçbir şey söyleyemediler. Buna rağmen dedi-kodu yapmaktan, çeşit çeşit iftirâlarda bulunmaktanda geri durmadılar.
Roma imparatorunun Şam vâlisi, babazız doğduğu için ikisini öldürmek istedi. Annesi onu alarak Mısır'a götürdü. Hazret-i Îsâ oniki yaşına gelinceye kadar Mısır'da kaldılar. Sonra tekrar Kudüs'e gelerek Nâsıra şehrine yerleştiler. Otuz yaşına girince, Hak teâlâ tarafından peygamber olduğu bildirildi. Peygamberlik emri bildirilince, hemen tebliğe başladı. İnsanların Allahü teâlâya inanmalarını ve O'nun emirlerini yapıp yasaklarından sakınmalarını ve isyânda bulunmamalarını istedi. İsrâiloğulları bu dâveti kabul etmediler. Îsâ aleyhisselâm inanmayanlara mûcizeler gösterdi. Îsâ aleyhisselâm var gücüyle gayret göstermesine rağmen, pek az kişi inandı. İsrâiloğulları ona îmân etmedikleri gibi, dâvetine karşı çıktılar ve günden güne hırçınlaştılar. Îsâ aleyhisselâmın yumuşaklığını görerek inanmadılar. Hattâ daha da ileri giderek hazret-i Îsâ'yı öldürmeye teşebbüs ettiler. Bunun üzerine hazret-i Îsâ, kendisine îmân edenler arasından seçtiği havârî adı verilen oniki kişiden Allahü teâlâya îmân ve ibâdet edeceklerine ve kendisine yardımcı olacaklarına dâir söz aldı.
Yahûdîlerden bir topluluk Îsâ aleyhisselâm ve annesi hazret-i Meryem'e dil uzattılar. Îsâ aleyhisselâm bunu duyunca, onlar hakkında bedduâda bulundu. Allahü teâlâ bu duâyı kabul edip, hazret-i Îsâ'ya ve annesine dil uzatanları maymun ve domuza çevirdi. Bu durumu gören Yahûdîler, hâdiseyi aralarında görüştüler. Hepsi hazret-i Îsâ'yı öldürmek üzere anlaştılar. Hazret-i Îsâ'yı aramaya başladılar. Roma İmparatoru'nun Kudüs Vâlisi Jones Pilot'u kandırıp, Îsâ aleyhisselâmın Roma İmparatorluğu aleyhinde bulunduğuna ve Filistin'de yeni bir hükümek kurmaya çalıştığına inandırdılar. Hazret-i Îsâ, son defâ olarak Havârileri ile bir gece gizlice sohbet etti ve onlara "Horoz ötmeden (yani sabah olmadan) sizin biriniz beni inkâr edecek ve pek az paraya satacaktır. " dedi. Hakikâten Yahuda isimli Havârî, sabah olmadan Yahûdîlerden bir miktar para alıp, hazret-i Îsâ'nın yerini haber verdi.
Îsâ aleyhisselâmı yakalamak için Yahûdîlerle berâber eve girince, Allahü teâlâ Yehûdâ'yı Îsâ aleyhisselâma benzetti. Yahûdîler de onu Îsâ aleyhisselâm diye yakaladılar ve haça (çarmıha) gerip asarak öldürdüler. Allahü teâlâ, Îsâ aleyhisselâmı göğe kaldırdı. Îsâ aleyhhisselâm bu sırada otuzüç yaşındaydı. Îsâ aleyhisselâm göğe çıkarıldıktan kırk sene sonra, Romalılar Kudüs'e hücum etti. Yahûdîlerin çoğunu öldürüp, bir kısmını esir ettiler. Şehri yağmaladılar. Kitaplarını yaktılar. Îsâ aleyhisselâma yaptıklarının cezâsı olarak, hakîr ve zelîl oldular. Hiristiyanlar, Îsâ aleyhisselâmın haça gerilip orada öldüğüne, fakat sonra dirilip göğe çıktığına inanırlar. Müslümanlar ise, Îsâ aleyhisselâmın haça gerilmediğine doğrudan doğruya göğe kaldırıldığına inanırlar. Bu husus Kur'ân-ı kerîm'de Nisâ sûresi 158. âyetinde meâlen şöyle bildirildi: "Onu asmadılar, onu öldürmediler. Bilakis Allahü teâlâ onu katına yükseltti. . ."
Ayrıca hadîs-i şerîflerde buyruldu ki: "Îsâ (aleyhisselâm) ölmemiştir. O kıyâmetten önce size dönecektir. ", "Ben Meryem oğlu Îsâ'nın (aleyhisselâm) dünya ve âhirette en yakınıyım. ", "Benimle Îsâ (aleyhisselâm) arasında başka bir peygamber yoktur."
Allahü teâlâ, Îsâ aleyhisselâmı 33 yaşında İdris aleyhisselâm gibi göğe kaldırdı. İnsanları üç sene dîne dâvet etti. Vasiyeti üzerine Havârileri etrafa dağıldılar. Îsevîliği insanlara anlatmaya başladılar. Bu hak dînin yayılması 80 sene sürdü. Sonra Hıristiyanlar sapıklığa düştüler. İncil'i değiştirdiler. Nasıl ki Yahûdîler hazret-i Meryem ve hezret-i Îsâ'ya iftirâ ettilerse, Hıristiyanlar da onun hakkında üç yanlış inanca saplandılar.
Bir kısmı, "Meryem oğlu Îsâ Allah'tır. " dedi. Bazıları, "Allahın oğludur. " dedi. Bir başka grup da;"Baba, oğul ve rûhül-kudüs'ten biridir" dedi.
Îsâ aleyhisselâm hiç evlenmemiş. Dünyâya kıymet vermemiştir. Kıyâmete takın Şam'da Ümeyye Câmiinin minâresine inecek, evlenecek, çocukları olacaktır. Hazret-i Mehdî ile buluşacak, 40 sene yaşayıp, Medîne'de vefât edip, Peygamberimizin kebrinin bulunduğu hücre-i saâdete defnedilecektir. İslâm dîninin hükümlerine tâbi olacak, ictihâd edecektir.
Avrupa kitaplarında Eflâtun'un mîlattan 347 sene önce öldüğü yazılıdır. Îsâaleyhisselâm gizli dünyâya gelip, dünyâda az kalıp göğe çıkarıldığından ve kendisini ancak oniki havârî bilip, Îsevîler az ve asırlarca gizli yaşadıklarından mîlât, yâni noel gecesi doğru anlaşılmamıştır. Mîlâdın, birinci kânunun (Aralık) yirmi beşinde veya ikinci kânunun (Ocak) altıncı veya başka gün olduğu sanıldığı gibi, bugünki mîlâdisenenin beş sene az olduğu çeşitli dillerdeki kitaplarda yazılıdır. O halde mîlâdi sene doğru ve kat'î olmayıp, günü de senesi de şüpheli ve yanlıştır. İmâm-ı Rabbânî'nin (kuddise sirruh) ve Burhan-ı Kâtı'nın bildirdiklerine göre, Yunan filozofu Eflatun (Platon) Îsâ aleyhisselâm zamanında yaşamıştır. Buna göre mîlâdi takvim 300 seneden fazla olarak noksandır ve Îsâ aleyhisselâm ile Muhammed aleyhisselâm arasındaki zaman bin seneden az değildir.
Îsâ (aleyhisselâm) peygamberliği îcâbı mûcızeler gösterdi. Mûcizeleri dokuz çeşitti:
1. Beşikteyken konuştu.
2. Ölüleri diriltirdi. Bilhassa dört ölüyü dirilttiği meşhurdur. Bunlar Sam bin Nûh, Şeddad bin Âd, Mâsân bin Mâlân ve Beni İsrail'den bir çocuktur.
3. Anadan doğma kör olanları sağlamlar gibi gödürür, bir cilt hastalığı olan baras illetini iyi ederdi. Eliyle hastaya dokunguğunda iyi olurdu. Eliyle mesh etmek sûretiyle hastaları tedâvi ettiği için kendisine Îsâ-i Mesih dendi. (Mâide sûresi: 110)
4. Âl-i İmrân sûresi 49. âyetinde bildirildiği gibi kavminin yedikleri veya yemek üzere sakladıkları şeyleri haber verdi.
5. Mâide sûresi 110. âyetinde bidirildiği gibi çamurdan kuş yapıp üzerine üfleyince, Allahü teâlânın izniyle canlanıp kuş olurdu.
6. Mâide sûresi 114. âyetinde bildirildiği üzere Havârîler, içinde yiyecek bulunan bir sofranın indirilmesini teklif ettiler. Hazret-i Îsâ ellerini kaldırıp duâ edince, ekmeği ve eti bulunan bir sofra indi.
7. Îsâ aleyhisselâm uykudayken yanında her konuşulanı ve yapılanı bilirdi.
8. Ne zaman istese ellerini göğe kaldırıp duâ edınce o anda yemek ve meyveler önüne gelirdi.
9. Îsâ aleyhisselâm Yahûdîlerden (Benî İsrâil) uzak olduğu hâlde sözlerini ve gizli hallerini bilirdi.
Îsâ aleyhisselâmın dîni;Îsevîlik:
Mûsâ aleyhisselâmın dîni, Îsâ aleyhisselâmın zamânına kadar devâm etti. Fakat, Îsâ aleyhisselâm gelince, bunun dîni olan Îsevîlik Mûsâ aleyhisselâmın dînini nesh etti, yâni Tevrat'ın hükmü kalmadı. Bundan sonra, Mûsâ aleyhisselâmın dînine uymak câiz olmayıp, tâ Muhammed aleyhisselâmın dîni gelinceye kadar, Îsâ aleyhisselâmın dînine uymak lâzım oldu. Fakat, İsrâiloğullarının çoğu Îsâ aleyhisselâma îmân etmeyip, Tevrat'a uymak için inâd etti. Yahûdîlik ile Îsevîlik böylece ayrıldı.
Yahûdîlerin ileri gelenlerinden ve Îsevîlerin en büyük dğşmanlarından olan Paul, Îsevîliği kabul ettiğini, Îsâ aleyhisselâmın kendisini, Yahûdî olmayan milletleri Îsevîlere dâvet için şâkirt (talebe) tâyin ettiği yalanını uydurdu. İsmini Pavlos (Bolüs) olarak değiştirdi. Çok iyi bir Îsevî görünerek, Îsâ aleyhisselâmın dînini bozdu. Tevhidi (tek Allah inancını), teslise (üç tanrı inancına= Baba-oğul-kutsal rûh);Îsevîliği Hıristiyanlığa çevirdi. İncil'i değiştirdi. Îsâ Allah'ın oğludur, dedi. . .
Îsâ aleyhisselâmın hikmetli sözlerinden bâzıları:
"Dünyâ sevgisi bütün kötülüklerin başıdır. Gözde bakışı, kalpte şehveti büyütür. (İnsanı açgözlü doymez eder. ) Yemin edeim ki, şehvet (nefsin isteklerine uymak), sâhibine uzun süren sıkıntı bırakır. Dünyâdan geçmeye bakın. Tâmiri ile uğraşmayın."
"Dünyâyı isteyen deniz suyu içene benzer. Ne kadar içerse, harâreti o kadar artar ve nihâyet ölür."
"Günâhlarını hatırladığı zaman ağlayana, dilini koruyana ve başını sokacak kadar evi olana müjdeler olsun."
Allah katında en sevgili şey, sâlih kalplerdir. Allahü teâlâ onların hürmetine dünyâyı yaşatır. Onlar bozulunca yeryüzünü harâb eder."
"Ağaçlar çoktur, ama hepsi meyve vermez. Meyveler çoktur ama, hepsi tatlı değildir. İlimler çoktur ama hepsi faydalı olmaz."
"Sağırı, dilsizi tedâvi ettim, ölüyü dirilttim. Fakat cehl-i mürekkebin (câhilliği ilim ve olgunluk sanmak) ilâcını bulamadım. (Çünkü böyle kimse câhilliğini ilim ve kemâl sanmaktadır)
Kur'ân-ı kerîm'in Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, Mâide, Tevbe, Meryem, Mü'münûn, . Zuhruf, Hadîd, Sâf sûrelerinde Îsâ aleyhisselâmla ilgili haberler verilmiştir.
İSHÂK ALEYHİSSLÂM
Şam ve Filistin ahâlisine gönderilen peygamberlerden. İbrâhim aleyhisselâmın ikinci oğludur. Annesi hazret-i Sâre'dir. Büyük kardeşi İsmâil aleyhisselâmdan kaç yaş küçük olduğu bilinmemektedir. İbrâhim aleyhisselâm, Nemrûd'un ateşinden kurtulduktan sonra, Bâbil'den Hicret ederek, kendisine inananlar ve hanımı Sâre Hâtun'la birlikte Mısır'a gitti. Oradan da Filistin ve Şam diyârına döndü. Sâre Hâtun'un gençliğinde çocuğu olmamıştı. İbrâhim aleyhisselâm oğlu İsmâil aleyhisselâmı ve annesi Hâcer Hâtun'u Mekke'ye bıraktıktan sonra, Şam diyârına döndü. Allahü teâlâ yaşlıyken Sâre Hâtun'a bir oğul ihsân edeceğini, Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla müjdeledi. Sâre Hâtun, bu müjdeye sevindiği için oğluna İshâk ismi verildi. İshâk İbrânce "güler" mânâsına gelir.
Allahü teâlânın Lût kavmini azgınlıkları sebebiyle helâk ettiği sene doğdu. Şam diyârında büyüyünce, babası ve annesi ile Mekke'ye gitti. Kâbe-i muazzamayı ziyâret edip, ağabeyi İsmâil aleyhisselâmla görüştü. Üçü birlikte Filistin'e döndüler. Burada anne ve babasına hizmet etti. Her sene hac zamânında Mekke'ye gitti. Bir rivâyette babasının sağlığında, başka bir rivâyette ise vefâtından sonra Şam ve Filistin ahâlisine peygamber olarak gönderildi. İbrâhim aleyhisselâmın dininin hükümlerini yaymaya devâm etti. Kavmine nasihat edip, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirdi. Altmış yaşındayken, İys ve Yâkûb adında iki oğlu oldu. İys amcası İsmâil aleyhisselâmın kızıyla evlendi. Babasının duâsı bereketiyle soyu bereketli olup, kısa zamanda çoğaldı. İshâk aleyhisselâmın diğer oğlu Yâkûb aleyhisselâma da peygamberlik verildi. Oğul ve torunlarından peygamberler geldi. Bir adı da İsrâil olan Yâkûb aleyhisselâmın soyundan gelenlere sonradan "İsrâiloğulları" denildi.
Ömrünün sonuna doğru gözlerinin görmesi zayıflayan İshâk aleyhisselâm, 120 sene veya daha fazla yaşadıktan sonra, Filistin'de vefât etti. Filistin'de Halilürrahmân denilen yerde baba ve annesinin de medfûn bulunduğu mağaraya defnedildi. Yüz ve şekil itibârıyla, ahlâk ve yaşayışta babası hazret-i İbrâhim'e çok benzeyen İshâk aleyhisselâm, Kur'ân-ı kerim'de ilim sâhibi olarak zikredildi.
Mûcizeleri:
1- Hayvanlar açık bir lisanla peygamberliğine şehâdet ederlerdi. 2- Duâ etmesi üzerine dağın harekete geçmesi: İshâk aleyhisselâm Kudüs'te insanları Allahü teâlâya imâna dâvet edince, insanlar; "Eğer şu dağı harekete geçirirsen, imân ederiz. " dediler. İshâk aleyhisselâm duâ edince dağ sallanmaya başladı. Kudüs halkı hep birlikte imân ettiler. 3-İshâk aleyhisselâm merkebine binip bir dağa çıkmak isteyince merkebin ön ayakları kısalır, arka ayakları uzardı. Dağdan aşağı inerken de tersi olurdu. 4- İshâk aleyhisselâmın duâsı bereketiyle Allahü teâlâ ölmüş hayvanları diriltirdi. 5-Şam ahâlisinin arzusu üzerine yaptığı duâ neticesinde, eline sırtına koyduğu bir koyun, hemen kuzulamış daha sonra ard arda dokuz defâ yavrulamıştır.
Kur'ân-ı kerimin Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ ve İbrâhim sûrelerinde İshâk aleyhisselâmla ilgili haberler verilmiştir.
İSMÂİL ALEYHİSSELÂM
Arabistan'da Cürhüm kabilesine gönderilen peygamber. İbrâhim aleyhisselâmın büyük oğlu ve peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) dedelerinden. Annesinin adı Hacer'dir. Hazret-i İbrâhim, Nemrut'un ateşinden kurtulduktan sonra, Bâbil'den ayrılıp, Mısır'a gittiğinde hanımı Sâre'ye Firavun musallat olmuştu. Fakat, Sâre'yi yaklaşmak istediğinde, ellerinin tutulup, nefesi kesilerek sara hastalığına benzer bir hâle düştü. Bunu üzerine Firavun korkarak İbrâhim aleyhisselâm ve sâre'yi bıraktı ve Hacer adlı bir câriyeyide hediye etti. İbrâhim aleyhisselâm, Firavu^'un korkarak câriye olarak verdiği Hacer'i de alarak, Filistin'e döndü. Oradan Şam taraflarına gitti. Buradayken Sâre Hatunun isteği üzerine hazret-i Hacer'le evlendi. Bu evlilikten hazret-i İsmâil doğdu. Allah'ın emri ile Hacer'i, oğlu il2 birlikte Kudüs'ten Hicaz'a götürdü. ve bugünkü Mekke şehrinin bulunduğu yere bırakıp geri döndü. Mekke'nin üst tarafında bulunan Seniyye Mevkiine gelince, ellerini açarak onlar için duâ ettiği İbrâhin sûresi 37 ve 38. âyetlerinde bildirilmektedir. Bu ıssız ve çorak vâdide bir miktar hurma, bir dağarcık su ve oğlu iki yaşındaki İsmâil ile yanlız kalan hazret-i Hacer, bu işin Allah'ın emri ile olduğunu anlayıp tevekkülle sabretti; "Allahü teâlâ bize kâfisir. O bizi korur, himâye eder. Bizi başıboş bırakmaz" dedi. Semre ağacının dallarından yaptığı küçük barınakta kalıyorlardı. Yiyecekler ve suları bitince hazret-i İsmâil susuzluktan ağlamaya başladı. Hazret-i Hacer su bulmak ümidi ile Safâ Tepesine çıktı. Uçsuz bucaksız çölden ve ağaçsız çıplak tepelerden başka bir şey göremedi. Safâ'dan inip koşarak Merve Tepesine çıktı. Safâ ve Merve Tepeleri arasında su bulmak ümidi ile yedi defâ koşarak gidip deldi. Bu sırada İsmâil'in (aleyhisselâm) ayağını vurduğu veya Cebrâil aleyhisselâmın vurduğu yerden su fışkırıp akmaya başladı. Hazret-i Hacer heyecanlandı ve akan su ziyan olmasın diye "Dur! Dur!" mânâsına gelen "Zem! Zem!" diyerek suyun etrâfını çevirdi. Sudan oğlu İsmâil'e (aleyhisselâm) içirdi ve kendisi de içti. Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde "Allah İsmâil'in annesi Hacer'e rahmet etsin. O, zemzemi kendi hâline bıraksaydı da avuçlamasaydı, muhakkak zemzem akan bir ırmak olurdu. " buyurmuştur. Mekke'nin yakınında konaklayan Cürhüm kabilesi zemzem suyunu görünce hazret-i Hacer'den izin alarak oraya yerleştiler ve böylece Mekke şehri kuruldu. Bir müddet sonra hazret-i İbrâhim hanımını ve oğlunu ziyârete geldiğinde onları bolluk ve bereket içinde buldu. Hazret-i İsmâil konuşmaya başlayınca hazret-i İbrâhim üç gün üst üste gördüğü rüyâ üzerine onu kurbân etmeye karar verdi. Zilhicce ayının 9 ve 10. gügü de aynı rüyâyı görünce sahih olduğunu anladı. Bir bahâneyle annesinden izin alarak kurban etmek için götürdü. Şeytan, insan sûretinde annesi Hâcer'e hazret-i İsmâil'e ve hazret-i İbrâhim'e göründü ve onlara vesvese vermeye çalıştı ise de dinlemediler. Hazret-i İsmâil, şeytanın arkasından yedi tâne taş attı. Hazret-i İbrâhim, bugün Minâ denilen yere gelince, oğluna rüyâsını ve Allah'ın emrinin kendisini kurbân etmek olduğunu açıkladı. Hazret-i İsmâil'i tevekkülle hazırladı. Yere yatırıp bıçağı boynuna çaldı ise de bıçak, Allah'ın emri ile kesmedi. Taşa vurdu, taşı kesti. Nihâyet Cebrâil aleyhisselâm Cennetten bir koç getirdi. Cebrâil aleyhisselâm makâmından "Allahü ekber, Allahü ekber" diyerek geldi. Hazret-i İbrâhim bu tekbiri işitince; "La ilâhe illallahü vallahü ekber" dedi. Hazret-i İsmâil de; "Allahü ekber ve lillâhil hamd. " diyerek tekbiri tamamladı. Hazret-i İbrâhim koçu kurban etti. Onların bu hâli Kur'ân-ı kerimde anlatılmakta ve meâlen; "Muhakkak ki bu açık bir imtihandı. " buyrulmaktadır. Hazret-i İbrâhim kurban hâdisesinden sonra Sâre'nin yanına döndü. Hazret-i İsmâil büyüyünce Cürhüm kabilesinden bir kızla evlendi. Annesi hazret-i Hâcer de vefât etti ve Kâbe temelinin bitişiğine defnedildi. Hazret-i İbrâhim yine ara sıra gelip gidiyordu. Allahü teâlâ Kâbe'nin yapılmasını emredince baba oğul Kâbe'nin eski temelini bulup yeniden inşâ ettiler ve şöyle duâ ettiler: "Ey Rabbimiz bizden bu hayırlı işi kabul et. Hakikaten sen duâmızı işitici, niyetimizi bilicisin." Hazret-i İsmâil, babası hazret-i İbrâhim'in vefâtından sonra, Yemen'den gelip Mekke'ye yerleşmiş olan Cürhüm kabilesine peygamber olarak gönderildi. Kendisine başka kitap ve din verilmeyip, babası İbrâhim aleyhisselâmın dinini insanlara tebliğ etti. İnsanları elli yıl imâna dâvet etti, ancak pek az kimse imânla şereflendi. Filistin'e giderek hazret-i İbrâhim'in kabrini ziyâret etti. Sonra Şam'a gidip kardeşi İshak aleyhisselâm ile görüştü. Hazret-i İsmâil'in 12 oğlu ve pekçok torunu oldu. Onun dini İslâmiyet gönderilinceye kadar doğru olarak devâm etti. Muhammed aleyhisselâmın bütün dedeleri hazret-i İsmâil'in soyundan ve onun dinindendi. Vefâtına yakın kardeşi İshâk'ı aleyhisselâm yanına dâvet edip, kızını oğlu Iys'a nikâhladı ve bâzı vasiyetlerde bulundu. Mekke'de 133 veya 137 yaşlarındayken vefât etti. Mescid'i Haramda Kâbe-i muazzamanın kuzey duvarı önünde bulunan ve annesi Hâcer'in kabrinin bulunduğu Hatim denilen yere defnedildi. Mûcizeleri: 1-Dikenli bir arâzide yaşayan müşriklerin teklifi üzerine duâ edip, dikenli ağaçlarda çeşitli meyveler bitmiştir. 2- Cürhümileri imâna dâvet ettiği zaman, onlar kısır koyundan süt çıkarmasını istediler. O da elini koyunun sırtına koyarak; "Beni peygamber olarak gönderen Allahü teâlânın ismi ile. . . " dediği anda koyunun memelerinden süt akmaya başladı. 3- İsmâil aleyhisselâmın duâsı bereketiyle koyunların yünleri ipek oldu ve sayıları çoğaldı. 4-Kendisine misâfir gelen iki yüz Yemenliye ikrâm edecek bir şey bulamayınca mahcub oldu. O anda duâ etti ve yanındaki kumlar un oldu. Bunu gören misâfirlerin hepsi imâna geldiler. Kur'ân-ı kerim'in, Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, En'âm, İbrâhim, Meryem, Enbiyâ ve Sâd sûrelerinde İsmâil aleyhisselâmla ilgili haberler verilmiştir.
LOKMAN ALEYHİSSELÂM
Peygamber veya veli. Dâvud aleyhisselâmın zamânında, Arabistan'ın Umman tarafında yaşadı. Dâvud aleyhisselâmla görüşüp ondan ilim öğrendi. Dâvud aleyhisselâma peygamberlik bildirilmeden önce, müfti olan Lokman Hakim, Dâvud aleyhisselâma peygamberlik bildirildikten sonra fetvâ vermeyi bıraktı. Dâvud aleyhisselâma ümmet oldu. Kendisine hikmet verildi. Eyyûb aleyhisselâmın teyzesinin oğlu oldu daa rivâyet edilmektedir. Fransız bilginlerinin, Calinos'un (Galen'in) bir adı da Lokman Hakim idi demeleri yanlıştır. Çünkü Lokman Hakim, Dâvud aleyhisselâm zamânında; Calinos (Galen) ise, ondan bin yıl kadar sonra yaşamıştır. Lokman ismi Kur'ân-ı kerim'de geçmekte olup, bir sûreye (otuz birinci sûre) Lokman ismi verilmiştir. Bu sûrenin on ikinci âyetinde meâlen; "Biz Lokman'a hikmet verdik. " buyrulmaktadır. Buradaki hikmet tâbirinin; akıl, anlayış, ilim, ilimle amel etmek ve doğru karar vermek demek olduğu tefsir kitablarında yazılıdır. Lokman Hakim tabiplerin piridir. Hikmetli sözleri ve oğluna verdiği nasihatler meşhurdur. Kur'ân-ı kerim'de Lokman sûresi 3. âyet-i kerimede meâlen; "Bir vakit Lokman oğluna öğüt vererek şöyle demişti: Yavrum! Allah'a ortak koşma, çünkü şirk çok büyük zulümdür. " buyrulmaktadır.
Lokman Hakim'e sen bu hâle nasıl geldin dediklerinde; "Doğru sözlü olmak, emâneti yerine getirmek, lüzumsuz söz ve işi terk etmekle. " cevâbını verdi. İnsanlar ondan nasihat istediler, o da şöyle nasihat etti: Öncekilerin ve sonrakilerin ilimleriyle ameledilebilmesi için sekiz şeye dikkat etmek lazımdır. Dört zamanda dört şeyi korumak gerekir; Namazda gönlü, halk arasında dili, yiyip içmede boğazı, bir kimsenin evine girince de gözü korumaktır. İki şeyi hâtırdan hiçbir zaman çıkarmamalıdır. Bunlar; Allahü teâlânın büyüklüğü ve ölümdür. İki şeyi de tamâmen unutmaya çalışmalıdır. Bunlar da; bir kimseye yapılan iyilik ile dost ve yakınlardan görülen kötülüktür. " Lokman Hakim'in oğluna nasihatlarının bir kısmı şöyledir: "Ey oğlum! Dünyâ derin deniz gibidir. Çok insanlar onda boğulmuştur. Geminin takvâ, yükün imân, hâlin tevekkül olsun, umulurki kurtulursun."
"Ey oğlum! Âlimlere karşı öğünmek, akılsızlarla inatlaşmak ve meclislerde, toplantılarda gösteriş yapmak için ilim öğrenme! İhtiyâcım yok diyerek de ilmi terk etme. " "Ey oğlum! Allahü teâlâyı anan (hâtırlayan) insanlar görürsen onlarla otur. Âlim olsan da, ilminin faydasını görürsün ve ilmin artar, sen ehil isen sana öğretirler. Allahü teâlâ onlara olan rahmetinden seni de faydalandırır. Allahü teâlâyı ziktetmeyenleri görürsen onlardan uzak dur. " "Ey oğlum! Horoz senden daha akıllı olmasın! O, her sabah zikir ve tesbih ediyor, sen ise uyuyorsun."
"Ey oğlum! Seçilmiş kullara teslim ol, kötülerle dost olma. " "Ey oğlum! İnsanlara iyilikleri emir ve nasihat edip kendini unutma! Yoksa mum gibi olursun. Mum insanları aydınlatır, fakat kendini yakıp eritir. " "Ey oğlum! Yalandan çok sakın! Çünkü dinini bozar ve insanlar yanında mürüvvetini azaltır. Bununla hayânı, değerini ve makâmını kaybedersin."
"Ey oğlum! Kötü huydan, gönüldağınıklığından sakın. Sabırsız olma, yoksa arkadaş bulamazsın. İşini severek yap, sıkıntılara katlan. Bütün insanlara karşı iyi huylu ol. " "Ey oğlum! Hep üzüntülü olma, kalbini dertli kılma. İnsanların elinde olana tamâ etmektensakın. Kazâya râzı ol ve Allahü teâlânın sana verdiği rızka kanâat et. " "Ey oğlum! Dünyâ geçici ve kısadır. Senin dünyâ hayâtın ise azın azıdır. Bunun da azının azı kalmış, çoğu geçmiştir."
"Ey oğlum! Tövbeyi yarına bırakma, çünkü ölüm ansızın gelip yakalar. " "Ey oğlum! Sükût etmekle pişmân olmazsın. Söz gümüş ise sükût altındır. " "Ey oğlum! Helâl lokma ye ve işlerinde âlimlere danış, işlerini nasıl yapacağını onlara sor. " "Ey oğlum! Âlimler meclisine devâm et. Bahar yağmuru ile yeryüzünü yeşillendiren Allahü teâlâ, âlimlerin meclisindeki hikmet nûru ile de müminlerin kalbini aydınlatır."
"Ey oğlum! Amel ancak yakın (Allahü teâlâya olan ilim ve mârifet) ile yapılır. Herkes yakini nisbetinde amel eder. Amel noksanlığı, yakin noksanlığından gelir. " "Ey oğlum! Bir hatâ işlediğinde hemen tövbe et ve sadaka ver. " "Ey oğlum! Ölümden şüphe ediyorsan uyku uyuma. Uyuduğun ve uyumak mecbûriyetinde kaldığın gibi, ölüme de mahkûmsun. Dirilmekten de şüphe ediyorsan, uykudan uyanma. Uykudan uyandığın gibi öldükten sonra da dirileceksin."
"Ey oğlum! Helâl kazanç ile yoksulluktan korun. Yoksul kimse şu üç musibetle karşılaşır: Din zayıflığı, akıl zayıflığı ve mürüvvetin kaybolması. " "Ey oğlum!Merhamet eden merhamet bulur. Sükût eden selâmete erer, hayır söyleyen kâr eder, kötü konuşan günâhkar olur, diline hâkim olmayan pişmân olur. " "Ey Oğlum! Dünyâmalından yetecek kadarını al, fazlasını âhiret için hayra sarfet, Sıkıntıya düşecek ve başkasının sırtına yük olacak şekil de tembellik etme."
"Ey oğlum! Sakin kimseyi küçük görüp hakâret etme. Çünkü onun da senin de rabbimiz birdir."
Lokman Hakim'in oğlu: "Babacığım, insanda hangi haslet daha iyiydir?" diye sorunca; "Temiz, hâlis din. " buyurdu. Eğer iki haslet olursa? "Din ve mal", üç haslet olursa? "Din, mal ve hayâ. " buyurdu. Dört haslet olursa? dedi. "Din, mal, hayâ ve güzel ahlâk. " buyurdu. Beş haslet saymak icâbederse diye sorunca; "Din, mal, hayâ güzel huy ve cömertlik. " buyurdu. Altı haslet sayarsak deyince; "Eu oğlum! Allahü teâlâ her kime bu beş iyi hasleti verdiyse, o kimse mümin ve müttekidir. Allahü teâlâ katında veli ve sevgilidir. Şeytanın şerrinden uzaktır. " buyurdu. Oğlu: "Babacığım, insandan en kötü haslet hangisidir?" dedi. "Allahü teâlâyı inkârdır" buyurdu. İki olursa dedi. "İnkâr ve kibirdir. " buyurdu. Üç olursa dedi. "İnkâr, kibir ve şükür azlığı. " buyurdu. Dört olursa dedi. "İnkâr, kibir, şükür azlığı ve cimrilik. " buyurdu. Beş olursa diye sorunca; "İnkâr, kibir, şükür azlığı, cimrilik ve kötü ahlâk. " buyurdu. Altı olursa deyince; "Ey oğlum! Bu beş kötü hasletin bulunduğu kimse münâfıktır, şakidir ve Allahü teâlâdan uzaktır. " buyurdu.
Hafs bin Ömer'den rivâyet edildi ki: Lokman Hakim, yanına bir hardal torbası koydu ve oğluna nasihat etmeye başladı. Her bir nasihatte bir hardal tânesini çıkardı. Nihâyet hardalları tükendi. Sonra da; Ey oğlum! Sana o kadar nasihat ettim ki, şâyet bu nasihatler bir dağa verilseudi, dağ yarılır, parça parça olurdu" buyurdu. Oğlu da bu nasihatleri tuttu.
LÛT ALEYHİSSELÂM
Kur'ân-ı kerim'de ismi bildirilen peygamberlerden. İbrâhim aleyhisselâmın kardeşinin oğludur. İbrâhim aleyhisselâm ve ona inananlarla birlikte Nemrûd'un memleketinden hicret edip Şam'a geldikten sonra, Lût gölü yakınındaki Sedûm şehri halkına peygamber gönderildi. İnsanlara İbrâhim aleyhisselâmın dinini tebliğ etti. İbrâhim aleyhisselâmla birlikte Bâbil'den hicret edip, Şam diyârına geldikleri zaman Cebrâil aleyhisselâm gelerek Lût gölü civÂrındaki Sedûm bölgesi ahâlisine peygamber olarak gönderildiğini bildirdi. İbrâhim aleyhisselâmdab ayrılarak Sedûm bölgesine gitti. Bu bölgede ahlâksız ve sapık bir millet türemişti. Putlara tapıyorlar, soygun yapıyorlar, zayıfları eziyorlardı. İğrenç olan livata (homoseksüellik; bugün tedâvisi mümkün olmayan AIDS hastalığına sebep olan cinsi sapıklık) yapıyorlardı. Lût aleyhisselâm onları çirkin işlerden menedip, doğru yola dâvet etti. Bu husus Kur'ân-ı kerimde Şuarâ sûresi 161- 164. âyetlerde meâlen şöyle bildirilmektedir. : "Kardeşleri Lût onlara: Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş emin, güvenilir bir peygamberim. Artık Allah'tan korkun ve bana itâat edin! Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbine âittir, dedi. " Sedum halkı hazret-i Lût'un dâvetine uymadılar. İsyân edenler arasında kendi hanımı da vardı. O da kocası hazret-i Lût'a inanmamıştı. Kâfirlerle bir olup, ona ihânet etmişti. Bu azgın ve cinsi sapıklıkla uğraşan kavim, imân etmedikleri gibi hazret-i Lût'u ve ona inananları memleketlerinde kovmaya kalkıştılar. Lût aleyhisselâm bu kavme nasihat edip, doğru yola dönmezlerse Allahü teâlânın azâbına uğrayacaklarını bildirdi. Buna rağmen isyândan ve fuhuştan vazgeçmediler. Hattâ hazret-i Lût'a "Doğru sözlü isen bahsettiğin azâbı getir de görelim" dediler. Sapık kavmin isyânının gittikçe artması üzerine Allahü teâlâ onları cezâlandırmak için melekler görevlendirdi. Bu melekler Cebrâil, Mikâil, Azrâil aleyhisselâm bir rivâyete göre de Cebrâil aleyhisselâm ile birlikte on iki melekti. Melekler önce İbrâhim aleyhisselâma uğrayıp, kendisine bir oğlan evlâdı (hazret-i İshâk) verileceğini müjdelediler ve azgın Sedum halkını helâk etmek üzere geldiklerini söyleyip ayrıldılar. Öğle veya akşam vakti Sedum beldesine gidip hazret-i Lût'u buldular. Melekler nûr yüzlü genç delikanlı sûretinde hazret-i Lût'un evine gelince hazret-i Lût'un isyankâr hanımı, durumu azgın Sedum halkına bildirdi. Azgın Sedum halkı hazret-i Lût'un evinin etrâfını sarıp misâfirlerini bize teslim et diyerek musallat olmaya kalkıştılar. Hazret-i Lût onlara nasihat ettiyse de dinlemeyip kapıyı zorladılar. Bunun üzerine melekler: "Ey Lût! Gerçekten biz Rabbinin elçileriyiz. Kalbini onlardan gelecek bir korku ve zarar ile meşgul etme. Onlar sana aslâ dokunamazlar. Cebrâil aleyhisselâm dedi ki, hemen gecenin bir kısmında ev halkınla çık git veiçimizden hiçbiri geri kalmasın, ancak hanımın hâriç, çünkü kavmine isâbet edecek azâb ona da gelecektir. Onların helâk zamânı sabah vaktidir."
Azgın kavim içeri girmek için kapıyı kırınca Cebrâil aleyhisselâm; "Ey Lût kapıyı aç ve geriye çekil gelsinler dedi. Lût aleyhisselâm kapıyı açıp geri çekildi. Cebrâil aleyhisselâm kanadını önlerine gerdi ve içeriye hücum eden azgınların gözleri âniden kör oldu, bunun üzerine şaşkın şaşkın kaçışmaya başladılar. Bu husus Kur'ân-ı kerim'de Kamer sûresi 44. âyette meâlen şöyle bildirilmektedir: "Lût'tan kavmi, misâfir melekleri istediler! Hemen biz onların gözlerini kör ettik. (Anadan doğma gibi kör oldular) işte azâbımı ve tehditlerimin âkıbetini tadın dedik. " Lût aleyhisselâm kendine tâbi olanlarla geceleyin Sedum beldesinden ayrılıp Sa'r şehrine gitti. Cebrâil aleyhisselâm Sedum beldesini kanadıyla alt üst etti. Üzerlerine şiddetli taş yağmaya başladı, nihâyet hepsi helâk olup gitti. Bu hususta Kur'ân-ı kerim'in Kamer sûresi 38. âyet-i kerimesinde meâlen; "Celâlim hakkı için, bir sabah vakti devamlı bir azâb onları bastırıverdi. " Ve Hicr sûresi 73- 74- 75. âyetlerde de; "Nihâyet onları güneşin doğma vaktinde korkunç gürültü yakalayıverdi. Hemen şehirlerinin üstünü altına geçirdik ve üzerlerine de çamurdan pişmiş taş yağdırdık. Elbette bunda keskin anlayışlar için ibret alâmetleri var. " buyrulmaktadır. Lût'un aleyhisselâm kavminin yaşadığı ve helâk oldukları topraklar Kur'ân-ı kerimde alt-üst olan memleket mânâsına gelen "El-mü'tefikât" şeklinde zikredilmiştir. Sedum beldesi alt-üst olduktan sonra kaynarsular fışkırıp göl hâline geldi. Bu gün bu bölge, Lût Gölü adıyla anılmaktadır. Yahûdi kaynaklarında ise bu belde (sodom) ismiyle geçmektedir. Lût aleyhisselâm, kavminin helâkınden sonra, Şam bölgesine gidip, amcası İbrâhim'in (aleyhisselâm) yanında yedi sene kaldı. Sonra Hicâz'a gidip, seksen yaşında iken orada vefât etti. Kabrinin, İbrâhim aleyhisselâmın kabrinin de bulunduğu Filistin'deki Halilürrahmân'da veya Mekke-i mükerremede Kâbe yanında Hatim denilen yerde olduğu rivâyet edilir. Kur'ân-ı kerim'de yirmi yedi âyette Lût aleyhisselâmdan bahsedilmektedir.
Mûcizeleri:
1-Bulutsuz yağmur yağdırmıştır. Kavmini doğru yola dâvet ettiği vakit, mûcize olarak bulutsuz yağmur yağdırmasını istediler. Duâsı kabul olunup, elleriyle göğe işâret etmesi vahyedildi. Göğe işâret edince yağmur yağmaya başladı. 2-Duâsı bereketiyle otsuz bir dağda ot bitmiştir. Kavmi Lût aleyhisselâmın koyunlarını otsuz bir dağa toplayıp başka yere salmadılar. Hayvanlar açlıktan telef olmaya başlamıştı. Hazret-i Lût kuruyan dağda ot bitmesi için duâ etti ve yemyeşil otlar bitti. Azgın kavmin koyunları o dağdan otlasa hemen ölürdü. Bu mûcizesi ile kırk kişi imân etmiştir. 3- Taşlar, çakıllar ve kum tâneleri, Lût aleyhisselâm ile konuşmuşlardır. Kavmininisyânı üzerine taş parçaları dile gelip, "Kavminin imân etmiyeceği sizce muhakkak ise cenâb-ı Hakk'a duâ et, onları yakmak için bizi ateş eylesin. " dediler. 4-Kavmi, ona eziyet vermek için üzerine ufak taşlar atardı. Allahü teâlânın koruması ile hiçbiri ona dokunmazdı. 5- Üzerine yattığı taşlar döşek gibi yumuşak olmuştur. Kavmi, kendisini öldürmek için karar verince ilâhi emre uyarak onlardan uzaklaşıp bir dağa gitti. Çok yorulduğundan bir yerde uyuyup kalmıştı. Peşinden gelen yedi kişi, onu gördüklerinde sırt üstü yatmış, altında bulunan taşlar döşek gibi yumuşayıp çukurlaşmıştı. Onu tâkip eden yedi kişi bu hâli görünce imân etmiştir. 6-Lût aleyhisselâm çok uzak yerlerde olan şeyleri görüp haber verirdi. Çocuğu kaybolan biri gelip, nerede olduğunu sorunca duâ etti. Allahü teâlâ da ona bildirdi. O da, çocuğun olduğu yeri söyledi.
Ahmed bin Hanbel ve ibn-i Mâce'nin bildirdikleri hadis-ü şeriflerde, peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Lût kavmi hakkında buyurdu ki: On şet vardır ki Lût kavmi onları yapmış ve o yüzden helâk edilmiştir. Ümmetim ise onlara bir de kendisi katar. Bunlar; livâta (erkek erkeğe münâsebet), fındık gibi taşları sapanla atmak, güvercinle (kumar) oynamak, def çalmak, (kadınlar için düğünlerde ruhsat vardır) içki içmek, (özürsüz) sakal kesmek, (emredilenden fazla) bıyık uzatmak, ıslık çalmak, el çırpmak, (erkekler için) ipek gömlek giymek bir tâne de ümmetim ilâve eder ki; o da kadın kadına münâsebette bulunmaktır. Lû kavminin işini (livâta) yapan mel'undur. Benden sonra ümmetim hakkında en korktuğum şey Lût kavminin yaptığını yapmalarıdır.
MÛSÂ ALEYHİSSELÂM
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberler-den. Peygamberler içinde üstünlükleri olan ve kendilerine "ulü'l-azm" denilen altı peygamberin üçüncüsüdür. Allahü teâlâ ile konuştuğu için, "Kelimullah" denilmiştir. Beni İsrâil'e gelmiştir. Yâkub aleyhisselâmın soyundandır. Hârûn aleyhisselâmın kardeşidir. Babasının ismi İmrân'dır. Annesinin ismi Nüceyb veya Nâciye veya Yuhâbil'dir. Hazret-i Yûsuf'tan sonra, Mısır'da, İsrâiloğulları iyice artıp çoğaldı. Bunlar hazret-i Yâkûb ve hazret-i Yûsuf'un bildirdikleri dine inanıyorlar ve emirleriniyerine getiriyorlardı. Mısır'ın eski yerlisi Kıbti kavmiyse yıldızlara ve putlara taparlardı ve İsrâiloğullarına hakâret gözüyle bakar, başlarında bulunan firavunlar onları esir gibi ağır işlerde kullanırlardı. Onların çoğalmasından endişe ederlerdi. Beni İsrâil, Kıbti kavminin kötü muâmelelerinden ve firavunların ağır tekliflerinden bezmiş, usanmışlardı. Bu bakımdan dedelerinin eski yurtları olan Ken, ân diyârına gitmek isterlerdi. Fakat firavunlar onların Mısır'dan çıkmasına izin vermeyip, eziyetlerini artırırlardı. Mısır'ın idâresini elinde bulunduran ve firavun denilen krallar, kendilerine mezar olarak dağ gibi piramitler yaptırıyorlar ve bu piramitlerin yapımında binlerce insanı zorla çalıştırıyorlar. Allahü teâlâyı inkâr edip, ilâhlık dâvâsında bulunuyorlardı. Bu zamanda falcılık, sihirbâzlık meslek hâline getirilmiş ve ülkenin her tarafında kâhinler, sihirbâzlar türemişti. Bu sırada Mısır halkının başında bulunan Firavun bir gece rüyâsında Kudüs tarafından çıkan bir ateşin Mısır'ın yerli halkı Kıbtileri yaktığını, İsrâiloğullarına ise hiç zarar vermediğini gördü. Bu rüyâyı yorumlayan kâhinler, İsrâiloğullarından bir erkek çocuk dünyâya gelecek, senin saltanatını yıkacak ve sen helâk olacaksın, dediler. Bunun üzerine Firavun on iki kabile hâlinde olan ve her bir kabilenin başında bir idârecisi bulunan İsrâiloğullarının birleşmesinden de iyice endişelendi. İsrâiloğullarından doğacak erkek çocukların öldürülmeleri için kânun çıkardı. Bu hâdise karşısında İsrâiloğullarının sıkıntıları iyice arttı. Firavun'un emrine karşı gelenler topluca öldürülmeye başlandı. Bu sırada doğan Mûsâ aleyhisselâmın annesi onun da öldürülmesinden korkmuş ve çok endişelenmişti. Kur'ân-ı kerim'de onun kalbine meâlen şöyle ilhâm edildiği bildirilmektedir. "Mûsâ'nın annesine şöyle ilhâm ettik: Bu çocuğu (Mûsâ'yı) emzirİ sonra öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya (Nil Nehrine) bırakıver, boğulmasından korkma, ayrılmasından kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve kendisini peygamberlerden yapacağız. " (Kasas sûresi: 7) Mûsâ aleyhisselâmın annesi onu bir sandığın içine koyup Nil Nehrine bıraktı. Nehir üzerinde akıp giderken akıntı onu Firavun'un sarayına doğru sürükledi. Firavun'un hanımı Âsiye, sandığı görerek yakalayıp saraya götürdü. Sandığı açıp içinde nûr topu gibi bir çocuk görünce onu cân u gönülden sevip;"Aman bunu öldürmeyiniz. Belki büyür de işimize yarar, yâhut onu oğul ediniriz. " dedi. Onu emzirmek için pekçok süt analar getirtti. . Mûsâ aleyhisselâm hiçbirisinin memesini almadı. Annesi, çocuğunun Firavun'un sarayına alındığını ve süt annesi arandığını öğrendi. Süt annesi olabileceğini söylemesi için kızını yâni hazret-i Mûsâ'nın kardeşini gönderdi. Kardeşi saraya gidip; "Size bu çocoğu emzirecek, onu güzel yetiştirecek bir hanımı haber vereyim mi?" dedi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâmın annesini getirttiler. Mûsâ aleyhisselâm onun memesini aldı ve bunun üzerine Firavun'un hanımı Âsiye onu süt anneliğine kabûl etti. Böylece kimsenin haberi olmaksızın kendi oğlunu Firavun'un sarayında emzirip büyüttü. Mûsâ aleyhisselâm Firavun'un sarayında büyüdükten sonra sarayı terkedip akrabâsının ve büyük kardeşi Hârûn'un yanına gitti. Bir gün gördü ki; İsrâiloğullarından biriyle bir Kıbti kavga ediyor. Hazret-i Mûsâ aralarına girip ayırmak için Kıbtiyi itip hafifçe göğsüne vurdu. Kıbti yere düşüp öldü. Hazret-i Mûsâ elinden böyle bir kazâ çıkmasına üzüldü. Firavun'un şerrinden çekinip, Mısır'dan ayrılarak Medyen'e gitti. Orada peygamber olan Şuayb aleyhisselâmla buluşup, on sene Medyen'de kaldı ve Şuayb aleyhisselâmın kızıyla evlendi. Daha sonra Mısır'a gitmek üzere Medyen'den ayrıldı. Tur Dağına geldiği sırada mekânsız olarak Allahü teâlâ ile konuştu. Kendisine ve kardeşi Hârûn aleyhisselâma peygamberlik verildi. Elindeki asânın yılan olması mûcizesi ve eline koynuna sokup çıkarınca bembeyaz olup, ışık yayması mûcizeleri verildi. Sonra da Kur'ân-ı kerim'de meâlen şöyle vahyedildiği bildirilmektedir: "Bu iki mûcize Firavun ve adamlarına karşı Rabbinin iki delilidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir. Firavun'a git, doğrusu o azmıştır. " (Kasas sûresi: 32-33) Hazret-i Mûsâ Mısır'a varıp, kardeşi Hârûn aleyhisselâm ile görüşüp, durumu anlattı. Firavun'a gidip onu dine dâvet ettiler. İsrâiloğullarını serbest bırakmasını istediler. Firavun ilâhlık dâvâsında bulunarak kabûl etmedi. Bunu üzerine Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere bıraktı. Kocaman bir ejderhâ olup, hareket etmeye başladı. Elini koynuna sokup çıkardıi eli bembeyaz göründü. Bu mûcize karşısında şaşırıp kalan Firavun, durumu vezirlerine anlatınca, o sihirbâzdır dediler. Hazret-i Mûsâ; "Size gelen gerçeğe dil mi uzatıyorsunuz. Bu, sihir değildir. Bu, her şeyin yaratıcısı olan Allahü teâlânın verdiği bir mûcisesidir. " diyerek onları imana çağırdı. Firavun ve adamları hazret-i Mûsâ'nın sözlerini dinlemediler. Gösterdiği mûcizelere inanmayıp, sihirdir diye ısrâr ettiler. Firavun; "Ey Mûsâ! Sihirbâzlığın ile bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Biz de sana sihir göstereceğiz. Bir vakit veyer tâyin et. " diyerek ülkesindeki bütün sihirbâzları topladı. Mûsâ aleyhisselâm Allahü teâlâya duâ ederek, sihirbazlarla karşılaşmayı kabûl etti. Mısır halkı önünde sihirbazlarla karşı karşıya geldiler. Sihirbazlar ellerindeki ip ve sopaları yere attılar, göz bağcılık ile bir takım yılanlar geziyor gibi gösterdiler. Bu sırada Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere bırakıverdi. Mûcize olarak dehşetli ve çevik bir ejderhâ olup, sihirbazların yere attıkları ve yılan gibi gösterdikleri şeyleri yuttu. Bunu gören sihirbazlar; "Bu mutlaka insan gücünün dışında bir mûcizedir. " dediler ve hazret-i Mûsâ'ya iman ettiler. Bu hadise karşısında Firavun iyice azgınlaşıp, baskı ve zulmünü arttırdı. Mûsâ aleyhisselâma inananları şehit ettirdi. Hazret-i Mûsâ'ya iman etmiş olan kendi hanımı Âsiye'yi de şehit etti. Firavun ve kavmi küfürde ve imansızlıkta ısrâr edince, Allahü teâlâ onları çeşitli belâlar verdi. önce şiddetli bir kuraklık oldu ve çetin bir kıtlığa tutuldular. Sonra su baskını, çekirge, haşarât ve kurbağa istilâsına uğradılar. Başlarına belâ geldikçe hazret-i Mûsâ'ya gidip belânın kaldırılmasını ve iman edeceklerini söylediler. Fakat belâ kalkınca azgınlıklarına devâm ederek iman etmediler. Tekrar belâlar başlarına geldi. Buna rağmen iman etmediler. Firavun ve kavmine gönderilen bu belâlar Kur'ân-ı kerim'in A'raf sûresinde bildirilmektedir. Firavun ve kavmi, Mûsâ aleyhisselâmın gösterdiği mûcizeler karşısında İsrâiloğullarının Mısır'dan gitmelerine izin verdi. Mûsâ aleyhisselâm bir vakit tâyin ederek bir gece vakti bütün İsrâiloğullarını toplayıp Mısır'dan çıktı. Bunun üzerine Firavun izin verdiğine pişmân oldu. Derhâl askerini toplayıp, peşlerine düştü ve sabaha doğru onlara Kızıldeniz kenarında yetişti. Önlerinde denizi arkalarında düşmanı gören İsrâiloğulları endişeye kapıldılar. Bu sırada Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma meâlen: "Asân ile denize vur. " (Şuarâ sûresi: 63) diye vahyetti. hazret-i Mûsâ bu emir üzerine asâsını denize vurdu. Deniz hemen ikiye ayrıldı her bir tarafı yüksek bir dağ gibiydi. Önlerine çok geniş ve kupkuru on iki tâne yol açıldı. On iki sülâle olan İsrâiloğulları bu yollardan yürüyüp karşıya geçtiler. Firavun, askerleriyle birlikte peşlerine düşüp denizde açılan yola dalınca, açılan yol kapanıp sular kavuştu. Firavun askerleriyle birlikte boğuldu. Firavun boğulmak üzere iken "inandım" demişse de onun ye'se kapılarak söylediği bu sözü kabul olunmadı. Bu hususta kur'ân-ı kerim'de meâlen şöyle buyurulmaktadır: "İsrâiloğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri haksızlık ve düşmanlıkla arkalarına düştüler. Firavun boğulacağı anda, "İsrâiloğullarının iman ettiğinden (Allah'tan) başka bir ilâh olmadığına inandım, artık ben de Müslümanlardanım. " dedi. " (Yûnus sûresi: 90) Ancak Allahü teâlâ Riravun'un imanını kabul etmedi ve ona Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla şöyle hitap buyurdu: "Şimdi mi inandın daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin. " (Yûnus sûresi: 91) "Biz de bugün seni cansız bedeninle denizden yüksek bir yere atacağız ki, arkadan geleceklere bir ibret olsun. Bununla berâber doğrusu insanlardan birçok kimseler âyetlerimizden (ibret verici mûcizelerimizden) gâfildirler. " (Yûnus sûresi: 92) Tefsir âlimlerinden Zemahşeri bu âyeti şöyle tefsir etmiştir. "Seni deniz kenarında bir köşeye atacağız. Cesedini tam, noksansız ve bozulmamış hâlde çıplak ve elbisesiz olarak, senden asırlar sonra geleceklere bir ibret olmak üzere koruyacağız. " Firavun'un cesedi bir İngiliz araştırma ekibi tarafından Kızıldeniz kenârında kumlar arasında bulunarak İngiltere'ye götürülmüştür. Hâdisenin olduğu zamandan bugüne kadar üç bin yıl geçmiş olmasına rağmen, Firavun'un vücudu bozulmamış hâliyle secde eder vaziyette Londra'daki meşhur British Museum'da sergilenmektedir. (Bkz. Firavun) Mûsâ aleyhisselâm Kızıldeniz'i geçtikten sonra, İsrâiloğullarını Ken'an diyârına doğru götürdü. Yolda putperest bir kavmin yurduna uğradılar. Bu kavim öküz sûretinde yapılmış bir puta tapıyorlardı. Onların bu hâlini gören İsrâiloğulları onlara meyl ettiler. Hazret-i Mûsâ'ya; "Yâ Mûsâ! onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap. " dediler. Hazret-i Mûsâ onlara; "Siz câhil bir kavimsiniz. Allahü teâlâ size nimet ve kurtuluş verdi. Allahü teâlâya iman ediniz, şirkten ve putlardan kaçınız. " diye nasihat etti. Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma bir kitap indireceğini vâdetmişti. Tûr Dağına çıkması bildirildi. Mûsâ aleyhisselâm, kardeşi Hârûn'u (aleyhisselâm) yerine vekil bırakıp, kendisi Tûr Dağına gitti. Kırk gün Tûr Dağında kalıp, ibâdet etti. Vâsıtasız olarak Allahü teâlânın kelâmını işitti. Bu sırada Tevrât kitâbı nâzil oldu. Mûsâ aleyhisselâm Tûr'da iken, Sâmiri adında bir münâfık İsrâiloğullarının ellerindeki altınları topladı. Eriterek bir buzağı heykeli yapıp işte sizin ilâhınız budur diyerek İsrâiloğullarını aldatınca, buzağıya tapmaya başladılar. Hârûn aleyhisselâm her ne kadar nasihat ettiyse de dinlemeyip, ona karşı çıktılar. Mûsâ aleyhisselâm Tûr'dan dönünce, bu hâle çok gadaplanıp Sâmiri'yi reddetti ve yaptığı buzağı heykelini yakıp denize attı. Sâmiri de insanlardan ayrı ve uzak, vahşi bir şekilde, başkalarını ona yaklaşamadığı gibi, o da başkalarına yaklaşamaz hâlde yaşadı. Bu hâlde bulunan Sâmiri sahrâda perişan bir hâlde helâk oldu. Hârûn aleyhisselâma bu durumu sorunca; "Nasihat ettim dinlemediler. Az kaldı beni öldüreceklerdi. " dedi. Böylece hazret-i Mûsâ'nın gadabı geçti. Onlara, kendisine Tevrât'ın indirildiğini bildirdi. İsrâiloğulları da Tevrât'ta bildirilen hükümlerle amel etmeye başladılar. Putlara tapmaktan vazgeçtiler. Şirkten kurtulup, Allahü teâlâya imân ve şbâdet ettiler. İsrâiloğulları Tih sahrasında kaldıkları sırada Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiklerine uymayıp yine taşkınlık gösterdiler. Mûsâ aleyhisselâmdan çeşitli isteklerde bulundular. Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâmın duâsı üzerine, Tih Sahrasında susuz kalan İsrâiloğullarına su ihsân etti. Allahü teâlânın emriyle Mûsâ aleyhisselâm asâsını yere vurup, on iki tâne pınar fışkırıp İsrâiloğulları içtiler. Allahü teâlâ onlara"Selva" denilen bıldırcın eti ve "men" denilen kudret helvası ihsân etti. Nihâyet; "Biz bunları yemekten usandık, bakla, soğan gibi hubûbat ve sebze isteriz" dediler. Bu nimetlere karşı nankörlük yapan İsrâiloğulları, Mûsâ aleyhisselâmın Ken'an diyârında bulunan Cebbâr (zâlim) kavimlerle harp etmeleri isteğini de kabul etmediler. Mûsâ aleyhisselâma; "Sen ve Rabbin cebbârlara karşı gidip savaş edin. " dediler. Mûsâ aleyhisselâmın akrabâlarından olan Kârûn, Mûsâ aleyhisselâma karşı iftirâda bulunduğu için malları ve servetiyle yerin dibine battı. İsrâiloğulları böyle taşkınlıklar gösterdikleri için Allahü teâlâ onları kırk sene müddetle Tih Sahrâsında kalmakla cazâlandırdı. Kırk sens müddetle Tih Sahrâsında şaşkın ve perişan bir hâlde dolaşan İsrâiloğulları, perişan hâlde telef oldular. Nihâyet aradan epey bir zaman geçip İsrâiloğullarının çocukları itâatkâr ve savaşacak bir tarzda yetiştiler. Bu sırada Hârûn aleyhisselâm da vefât etti. Mûsâ aleyhisselâm, İsrâiloğullarını alıp, Lût gölünün güney tarafına getirdi. Buradan da hareket ederek Üç bin Unk adında zâlim bir kralın ordusu ile savaş yapıp gâlip geldiler. Böylece Şeria Nehrinin doğusuna sâhip oldular. Eriha şehrinin karşısındaki dağa çıktılar. Buradan Ken'an diyârı gözüküyordu. Bu sırada yüz yirmi yaşında bulunan Mûsâ aleyhisselâm vefât etti. Mûsâ aleyhisselâmın nerede vefât ettiği ve kabrini nerede olduğu husûsunda muhtelif rivâyetler vardır. Kudüs civarında veya Nebû Dağında olduğu bu rivâyetlerdendir. Hazret-i Mûsâ'nın şeriatı (bildirdiği dini) hazret-i İsâ'nın gönderilmesine kadar devâm etti. İkisi arasında gelen peygamberler hep Mûsâ aleyhisselâmın şeriatı ile amel etmekle mükellef oldular. İsrâiloğulları daha sonra Tevrât'ı değiştirip hak dinden uzaklaşıp yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Bunlara Yahûdiler denilmiştir. Mûsâ aleyhisselâmın mûcizeleri: 1-Asâsının ejderhâ (büyük yılan) olması. 2-Yed-i Beydâ: Sağ elini koynuna sokup çıkarınca, güneş gibi parlaması. Bu nûru gören düşmanları kaçışırlardı. 3-Kavmiyle Kızıldeniz'in kenarına gelince asâsını vurup denizde yol açması. 4-Tih sahrâsında kavminin susuz kalıp, su istemeleri üzerine asâsını bir taşa vurup Beni İsrâil'in kabileleri adedince, on iki pınar akıtması. 5-Firavun ve KIbti kavmi İsrâiloğullarına zulüm ettiği ve Mûsâ aleyhisselâma inanmayıp isyân ettiklerinde, Allahü teâlâ hazret-i Mûsâ'ya tûfân mûcizesini vermiştir. Çok şiddetli yağmur yağdı. Öyle bir karanlık ve fırtına oldu ki, kimse evinden dışarı çıkamadı. Ayın ve güneşin ışığı görünmez oldu. . Kıbtilerin evlerini su bastı. Ayakta durur oldular. Su boğazlarına kadar yükseldi. İsrâiloğullarının evlerine ise bir damla su girmedi. Firavun ve Kıbti kavmi, bu belânın kaldırılmasını ve iman edeceklerini söylediler. Kaldırıldı fakat yine imân etmediler ve başka belâlara dûçâr oldular. 6-Kıbti kavminin ekinlerini, meyvelerini ve giydikleri elbiselerini, evlerinin tavanlarını yiyen çekirge sürülerinin istilâsına uğramaları mûcizesi. Bu çekirgeler İstâiloğullarına hiç dokunmayıp, Firavun'un kavmi Kıbtilere musallat olmuştur. 7-Kumnel yâni bit ve ekin böceği denen haşeratın Mûsâ aleyhisselâmın mûcizesi olarak kibtı kavmine musallat olması. 8- Kurbağa mûcizesi, Kıbti kavmi her belâya tutuldukça, belâ kaldırıldığında iman edeceklerini söylemelerine rağmen, sözlerinden vazgeçmeleri üzerine üst üstüne belâya tutuldular. Kurbağaların istilâsına uğramaları da şiddetli belâlardan biridir. Kurbağalar, yiyeceklerine, içeceklerine düşer, kalırdı. Bir söz söylemek isteseler ağızlarını açarken birkaç küçük kurbağa ağızlarından midelerine girerdi. Geceleri üzerinde toplanan kurbağaların seslerinden uyuyamazlardı. Firavun, bu belâ kaldırıldığı takdirde, iman edeceğini söylemesine rağmen, belâ kalkınca yine iman etmedi. 9-Kan belâsı. Mısır'da bulunan bütün sular, Kıbtilerin kaplarına doldurulurken kan hâlini alırdı. Böylece susuzluktan çâresiz kalmışlardı. İsrâiloğullarına ise böyle bir şey olmazdı. 10-İsrâiloğullarından biri öldürüldüğü vakit kimin öldürdüğü bilinemeyince, Mûsâ aleyhisselâmın duâsı ile dirilip, kendisini öldüreni haber vermiştir. 11-Mûsâ aleyhisselâm kavmiyle Tih çölüne geldiği zaman, kavminin yiyeceği kalmadığı için, Mûsâ aleyhisselâma gelerek çoluk-çocuğumuzla açlığa dayanamıyoruz, dediklerinde Mûsâ akeyhisselâm Allahü teâlâya duâ etti. Kudret helvası ve bıldırcın kebabı indi. Her ne zaman isteseler önlerinde hazır olurdu. 12-Hazret-i Mûsâ^nın duâsı ile kuraklıktan kavrulup kuruyan ekinler, otlaklar ve meyveler eski hâlini almıştır. 13- Hazret-i Mûsâ Tih sahrâsında bulunan İsrâiloğullarının durumunu merak edince bir kurt gelip onların hâllerini haber vermiştir. 14-Hazret-i Mûsâ'nın duâsıyla sarı dikenler altın olmuştur. Malı ve zenginliğiyle gururlanıp isyân etmesinden dolayı malı ve mülkü ile birlikte tere batırılan Kârun, bu mûcize karşısında âciz kalıp, hased ederdi. 15-Yolculukta hazret-i Mûsâ'ya uzun mesâfeler kısalır, kısa zamanda çok uzak mesâfeleri katederdi. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Hoşgeldiniz.... |
|
. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
| |